TİROİD HASTALIKLARI HİPERTİROİDİZM

— Sinirlilik, artan iştahla birlikte kilo kaybı, sıcağa tahammülsüzlük, aşırı terleme, müsküler zayıflık ve halsizlik, artan defekasyon frekansı, poliüri, menstrue! düzensizlikler, infertilite

Guatr, taşikardi, sıcak nemli cilt, tiroidde trill ve üfürüm, kardiak akım üfürümü, jinekomasti

— Göz bulguları: Dik dik bakma, göz kapağının kapanamaması, eksoftalmi

— îyod uptaki, T ,T4, T3 resin uptake artar. TSH çok düşmüştür, T supresyon testi anormaldir. 3

Genel Düşünceler

Hipertiroidizm genellikle diffüz hipersekretuar guatr (Graves Hastalığı) veya mutinodüler toksik guatr (Plummer Hastalığı) nedeniyle meydana gelir.

Hipertirodizmin nadir sebebleri arasında molar gebelik, TSH salgılayan hipofiz tümörleri, struma ovarii ve diğer bozukluklar vardır. Tüm biçimlerinde hipertiroidinin semptomlan kan akımındaki yükselen tiroid hormon seviyelerine bağlıdır. Tirotoksikozun klinik belirtileri silik veya belirgin olabilir ve alevlenme ve remisyon peryodları gösterme eğilimindedir. Bazı hastalarda sonunda kendiliğinden veya tedavi ile hipotiroidizm gelişir. Graves hastalığının nedeni bilinmemektedir, fakat otoimmun bir hastalık olduğu yolunda bulgular vardır. Birçok vaka, belirti ve bulgular ile kolayca teşhis edilirse de diğerleri (hafif veya apatetik hipertiroidizm) zor tanınır.

Tirotoksikozis normal T konsantrasyonu, normal veya yükselmiş radyoaktif iyod uptake’i normal proteine bağlı kısım fakat artmış serum T3 ile tarif edilmiştir. T psödotirotoksikozis ileri derecede hastalarda ara sıra görülür ve T4’ün T3 ‘e dönüşüm bozukluğuna bağlı artmış T seviyeleri, azalmış T seviyesi ile karakterlidir. Toksik nodüler guatra bağlı tirotoksikoz, Graves hastalığına bağlı olandan daha az şiddetlidir ve eksoftalmus, pretibial miksödem ve tiroid akropatisi gibi tiroid dışı belirtiler çok nadir olarak gözükür.

Eğer tedavi edilmezse, tirotoksikoz progressif ve derin katabolik bozukluklar ve kardiak hasara yol açar. Tiroid krizi veya kalp yetmezliği veya şiddetli kaşeksi ile ölüm olabilir.

Neoplastik hastalıklar

insidans, sık değildir (ancak %1-2’yi tutar), ancak özellikle Danimarka olmak üzere birçok batı ülkesinde insidansta artış gözlenmektedir.

Tipik olarak erken erişkin hayatta gözlenirler ve özellikle 20-45 yaş grubu arasında oldukça önem arz etmektedirler.

Etyolojileri bilinmemektedir; bilinen tek risk faktörü testisin iniş bozukluğudur.

Klinik prezentasyonlar:
• Unilateral ağrısız testis büyümesi (büyük sıklıkta).
• Sekonder hidrosel.

• Metastazlara ait semptomlar: özellikle malign teratomda, örneğin, akciğerdeki depozitlerden hemoptizi, hepatomegali ya da paraaortik lenf nodlarının tutulu­muna bağlı olarak retroperitoneal kitle olabilmektedir.
• Endokrin etkiler: jinekomasti, puberte prekoks (tipik olarak Leydig ya da Sertoli hücreli tümörlerde).

Testis tümörleri iki ana grupta incelenmektedir:

• Germ hücreli tümörler (olguların %97’si): teratomlar ve seminomlar gibi testisin multipotent germ hücrelerinden köken alan tümörlerdir.
• Germ hücreli olmayan tümörler (olguların %3’ü): testisin özelleşmiş ve özelleşmemiş destek hücrelerinden kaynaklanırlar.

Germ hücreli tümörler

Germ hücreli tümörler aşağıdaki şekilde alt gruplara ayrılmaktadır:
• Seminomlar: spermatojenik differansiasyon gösteren tümörlerdir.
• Teratomlar: differansiasyon bakımından totipotent durumunu koruyan tümörlerdir.
• Kombine tümörler: seminamatöz ve teratomatöz differansiasyonu birlikte bulunduran tümörlerdir.

Seminoma

En sık karşılaşılan malign testis tümörüdür, tüm malign germ hücreli tümörlerin yaklaşık %50’sini oluşturmaktadır. Seminomun histolojik tipleri:
• Klasik seminom (en sık gözlenen alt tip): fibröz septa ile birlikte lenfositik infiltrasyonun bulunuşu karakteristik özelliğidir.
• Spermatositik seminom: daha büyük tümör hücreleri, spermatositlere benzeyen bazı küçük tümör hücreleri ile birliktedir.

Teratoma

Temel olarak ele alındığında:

• Differansiye teratom: nadir görülen bir teratom ti­pidir. Dokular iyi differansiye olmuştur ve tam matürasyon gerçekleşmiştir, öyle ki organoid yapılar geniş bir alanda (örneğin, deri, saç, kıkırdak ve kemik) tanınmaktadır. Lezyonlar genellikle genç erkeklerde gözlenmektedir ve benign karakterde davranırlar.
• Orta derecede malign teratom: tümörün bazı böl­geleri kistik, bazı bölgeleri de solid yapıdadır. İyi dif­feransiye alanları (differansiye teratoma benzeyen) ve hücresel pleomorfizm ve nekrozla birlikte olan malignansi alanlarını birarada bulundururlar.
• Andiferansiye malign teratom: Tam olarak andiferansiyedir ve nükleer pleomorfizm ve yüksek mitoz oranı ile birliktelik göstermektedir. Genellikle geniş alanda tümör nekrozu mevcuttur.
• Trofoblastik malign teratom: tümör, villöz paternde düzenlenmiş olan sitotrofoblast ve sinsityotrofoblast alanlarını içermektedir. Sıklıkla vasküler invazyona (kan kaynaklı metastaz sıktır) bağlı olarak hemorajiktir; hCG ve AFP kullanılabilir tanımlayıcılardır, serum­da düzeyleri ölçülebilir ya da immunohistokimyasal olarak sinsityotrofoblastlarda gösterilebilirler.
• Yolk kesesi tümörü (orşioblastom), germ hücrelerinden köken alan oldukça malign bir tümördür, iki tipi mevcuttur:
• Saf form: özellikle hayatın ilk 3 yılı olmak üzere çocuklarda sık olarak karşımıza çıkmaktadır.
• Karışık form: en sık andiferansiye germ hücreleri ile biraradadır. Yolk sak elemanlarının diğer elemanlarla birarada bulunuşu kötü prognozu göstermektedir.
Tümör afetoprotein salgılamaktadır ve bu da serum­da ortaya konulabileceği gibi immunohistokimyasal olarak da gösterilebilmektedir.

Kombine germ hücreli tümör

%10-15 germ hücreli tümör, seminamatöz ve teratomatöz elemanların karışımını içermektedir.

Germ hücreli tümörlerin prognozu

Testiküler teratomların prognozu, histolojik tipe ve aynı oranda tümörün evresine bağlıdır. Sitotoksik kemoterapinin kullanılması ile birlikte prognozda büyük ölçüde iyiye gidiş olmuştur. Genel olarak, trofoblastik elemanları, yolk sak elemanlarını ve andifer­ansiye elemanları içeren germ hücreli tümörler en kötü prognoza sahiptirler.

Yaşlılarda Alkol Bağımlılığı

alkol3.jpg

Kadınlara kıyasla yaşlı erkek­lerin durumdan etkilenme olasılıkları dört kat daha fazladır. Karaciğer ve sinir sistemindeki yaşa bağlı değişiklikler, genç bir insanın kanındaki orana kıyasla, yaşlıların kanlarında daha yüksek yoğun­lukta alkol muhafaza etmelerine neden olur. Ayrıca, alkol ile reçeteli ilaçların kötü etkileşime girme tehlikesi büyüktür.

Yaşlılarda alkol bağımlılığını iki kategoriye ayırmak mümkündür: Alkole erken yaşta (60 yaşından önce) başlayanlar ve geç yaşta (60 yaş ve sonrasında) başlayanlar. Yaşlı alkoliklerin %50 ila %75’i alkole erken başlayanlar kategorisin-dedir ve bu insanların çoğunlukla aile öykülerinde de alkol bağım­lılığı görülür. Geç başlayanlar ise bütün yaşlı alkoliklerin içerisinde %25 ila %50 oranındadır. Bu katego­rideki yaşlıların alkol almasını stres ve yaşlanmayla birlikte ortaya çıkan kayıplar tetiklemektedir.

Genellikle yaşlılara alkol bağımlılığı tanısı konulmaz. Bunun başlıca nedeni diğer sağlık sorunlan ve ilaçların belirtileri maskelemesidir. Sersemleme ve düşme gibi alkol bağımlılığın tipik belirtileri yaşlılığın doğal gelişimine yorula­bilir. Yaşlılardaki alkol bağımlılı­ğına, depresyon, tütün bağımlı­lığı ve uyku bozuklukları da eşlik edebilir. Alkolle bir sorununuz varsa doktorunuza başvurun

İskemik Felç

İki tip iskemik felç vardır: Thrombotic ve ambolik. Bir beyin damarındaki plak, beyin dokusuna olan kan tedarikini bloke edecek derecede büyüdüğünde throm­botic felç oluşur. Bir thrombotic felçte meydana gelen olay, bir kalp krizinde meydana gelenlere benzerdir.

Ambolik felç, vücudun başka bir yerinde, genellikle kalpte oluşan ve beyindeki küçük bir kan damarına yerleşene kadar kan içinde yolculuk eden bir pıhtı ya da kopmuş plak parçacığının, damar içinde blokaj yaratmasının sonucudur.

Ambolik felçler, geçici iskemik ataklar (TIA) gibidir; ancak damardaki blokaj daha tamdır ve beyindeki bir bölgenin ölümüne sebep olur. Genellikle kalıcı olarak bazı fonksiyon kayıplarına neden teşkil eder.
Ambolik felçler ve TIA’lar genellikle, kalbin hızlı ve düzensiz çarptığı bir durum olan atrial fibril­lation komplikasyonudur. Titreşim hareketi, kanın kalp içinde birik­mesine ve beyine gidebilecek pıhtı oluşmasına zemin hazırlayabilir.

İskemik felç, yüksek tansi­yonu, bazı tür kalp hastalıkları, şekeri olan ve ileri yaşlardaki kişiler arasında daha yaygındır. Sigara, yüksek kolesterol, aşırı alkol tüketimi, obezite ve ailesinde felç geçirmiş kişilerin bulunması, kişinin riskini arttırır.

SEMPTOMLAR
İskemik felcin belirtileri, blokajın büyüklüğü, etkilenen beyin bölgesi ve damarı blokajının ne kadar süratle geliştiğine bağlı olarak değişiklik arz eder. Felç acil tıbbi müdahale gerektiren bir durumdur. Felcin belirtilerinin tanınması ve bir hastanenin acil servisine başvurulması son derece hayatidir.

Bir felce tıbbi müdahale ne kadar gecikirse, hasar o derece büyük olur. İlk 4 ila 6 saat içinde yapılacak tedavi kan akışını tekrar canlandırabilir ve beyinde oluşabi­lecek kalıcı bir hasarı önleyebilir.

FELCİN UYARI İŞARETLERİ

Aşağıda felcin uyarı işaretleri sıralanmıştır:
■ Vücudun bir yanındaki kol, el ya da bacakta ani gelişen bir zayıflık.
■ Yüzün ya da vücudun bir yanında ani uyuşukluk.
■ Özellikle sadece bir gözde bulanıklık veya görüş kaybı
■ Ani gelişen konuşma zorluğu veya başkasının söylediğini anlayamama
■ Ani gelen baş dönmesi veya denge kaybı
■ Şiddetli ve ani baş ağrısı
Bu belirtilerin biri ya da bir grubunun “ani” bir şekilde oluşması felcin tipik simgesidir; bu semptomların biri ya da bir grubunun yavaş ve tedrici bir şekilde ortaya çıkması ise, beyin tümörü ya da Parkinson hastalığı gibi, sinir sistemine ilişkin diğer rahatsızlıklara işareti olabilir.

397

TEDAVİ SEÇENEKLERİ
Felçten sonraki ilk bir saat içinde kişide ortaya çıkan semptomlar yani belirtiler ve doktor muayene­sinin neticeleri, felcin türü ve yeri hakkında ipuçları sağlayacaktır. Genellikle, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonanslı görüntü­leme gibi teşhis testleri uygulanır. Bu testler genellikle, bir iskemik felci bir beyin kanamasından ayırt etmeyi ve etkilenen beyin bölge­sinin tammlanabilmesini sağlaya­caktır.

Manyetik rezonans anjiyografisi ya da normal anjiyografi, beyin içindeki bloke olan kan damarının kesin olarak tanımlanmasını sağla­yabilir.

Bir iskemik felç geçirmişseniz, beyine olan kan akışını bloke eden pıhtının büyümesini engel­lemeye çalışmak veyahut doğal olarak çözülmeye başlamışsa geri gelmesini önlemek üzere, hızlı etki eden, kan inceltici bir ilaç (heparin) verilebilir.

Felç uzmanları, halkı bilinçlendirmek üzere, şimdilerde pilot programlar uygulamaktadırlar: Buna göre, muhtemel bir felcin belirtilerini taşıyan kişiler, mümkün olabildi­ğince çabuk bir şekilde bir acil servise gitmeli ya da götürülme­lidir.

Özellikle bir ambolik felç durumunda, doktor, pıhtının oluşma yerini bulgulamaya çalışa­caktır. Kalpte pıhtı olup olmadığını anlamak ve kalbin zayıf pompa­layıp pompalamadığını görmek için ekokardiografi uygulanabilir. Nabzı ve pıhtı oluşumuna sebep olabilen atrial fibrillation gibi kalp düzensizliklerini tanım­lamak üzere, portatif bir cihaz olan Holter sayacı kullanılabilir. Beyin­deki kan damarlarındaki daralma­ları; şahdamarındaki ya da kalpten şahdamarına giden damarlardaki plakları tanımlamak üzere ultrason da kullanılabilir.

Şahdamarı endarterectomy’si adı verilen bir operasyon ile, beyine giden en önemli damar­lardan birinden plak kalıntıları temizlenebilir. Genellikle, özellikle bir şahdamarı yüzde seksen oranında ya da daha fazla daral-mışsa, bir tekrarlamayı önlemek üzere, bir TIA ya da felçten sonra uygulanır.