BAŞ ve BOYUNUN MALİGN LEZYONLARI

Radyoterapi daha iyi fonksiyonel ve kozmetik sonuçlar verdiği için sıklıkla tercih edilen tedavi şekli olur. Orta derecede ilerlemiş lezyonlarda cerrahi ile birlikte preoperatif veya postoperatif radyoterapi verilmesi ile birlikte preoperatif veya postoperatif radyoterapi verilmesi ile tek başına cerrahi veya radyoterapiden daha yüksek lokal kontrol sağlar. Cerrahi olarak tedavi edilemeyecek derecede ilerlemiş lezyonlarda çoğunlukla radyoterapi palyasyon, bazan da tedaviyi sağlar. Cerrahi olarak tedavi edilemeyecek kadar ilerlemiş lezyonlarda radyoterapi ile kemoterapi kombinasyonunun rolü ise hala araştırma gündemindedir.

Nazofarenks, tonsil, ağız tabanı, yumuşak damak, epiglottis, yalancı vokal kordlar, larengial ventrikül ve gerçek vokal kordlardan açığa çıkan karsinomalarda seçilen tedavi şekli radyoterapidir. Dilin veya tonsiller sütunların erken karsinomu radyasyon veya cerrahi ile aynı derecede kontrol edilebilir, fakat radyoterapi ile daha iyi fonksiyonel sonuçlar alınabilir. Sert ve derinlere doğru infiltre olan dilin veya tonsiller sütunların karsinomu yalnız başına radyoterapiyle daha güç kontrol edilebilir.

Preepiglottik boşluğa ilerleyen larengeal karsinoma kordlara fikzasyon göstersin veya göstermesin kemikleri tutan lezyonlar, piriform sinüs karsinomu ve subglottik alan karsinomu yalnız başına radyoterapi ile ender olarak kontrol edilebilir ve genellikle cerrahi ile birlikte palına radyoterapiden yarar sağlanır. Gingival kabarıklık ve tükürük bezleri karsinomaları genellikle primer olarak cerrahiyle tedavi edilir. Maksiller antrum mukozasından çıkan karsinomaların çoğu yalnız başına radyoterapiyle veya cerrahiyle büyük kitle çıkartılıp, uygun drenaj sağlandıktan sonra postoperatif verilen radyoterapiyle tedavi edilebilir. Daha küçük lezyonlar preoperatif radyasyonla tedavi edilir.

Baş ve boyunun primer squamoz hücreli karsinomunun servikal lenf nodulu metastazlarının kontrolü lenf nodüllerinin sayısına, tümörün yerine ve lenf nodüllerinin hareketli olmasına göre değişir. Çapı 3 cm.den daha küçük olan nodüller genellikle sadece radyoterapi ile kontrol edilebilir. Metastatik lenf nodulunun çapı 3 cm.den büyük, multipl lenf nodülü metastazı varsa ve primer odak ağız boşluğu olduğu zaman, tedavi için radikal boyun diseksiyonu ile birlikte preoperatif veya postoperatif radyoterapi uygulanmalıdır. Tonsil veya nazofarenksden gelişen daha büyük nodüller ise tek başına radyoterapi ile kontrol edilebilir. Gizli servikal lenf nodulu metastazları hastalann %90’dan fazlasında orta derecede radyoterapi ile (51/2 haftada 5000 rad.) kontrol sağlanır.

Radyoterapi ile 5 yıllık lokal kontrol oranı primer tümörün yerine, büyüklüğü ve yayılmasına, lenf nodüllerinin tutulmasına göre değişir. Vokal kord karsinomalannın I.aşamısında %90-95 oranında kontrol sağlanır. Dil, epiglottisin serbest kısmı, ağız tabanı, yumuşak damak, nazofarenks, tonsiller, hipofarenks, yalancı kord vokaller ve larengeal ventrikülün erken karsinomalarında radyoterapi ile %80-90 vakada kontrol sağlanır. İlerlemiş ve beraberinde lenf nodülü metastazı olanlarda tedavi şansı daha düşüktür.

Menstruasyonun kesilmesi veya gecikmesi

Cinsi olgunluk çağında olan ve her ay muntazam âdet gören sıhhatli kadınlarda, beklenen âdetkı görülmemesi, gebeliğin mevcudiyetini gösteren ehemmiyetli semptomlardandır. Zira gebeliğin mevcudiyeti ile ovarium’da artık foUikül olgunlaşması ve ovulasyon husule gelmez. Fakat buna rağmen, amenore hiçbir zaman tek başına gebeliğin kat’î olarak mevcudiyetini gösteren bir semptom değildir. Diğer taraftan gebeliğin husulüne rağmen birkaç ay, hatta gebeliğin sonuna kadar muntazam menstuasyon gören kadınlar da vardır. Bu duruma halk dilinde «üstüne görmek» tâbir edilir. Bu kanamaların sebebi; abortus inıminens, decidua parietalis veya cervix mukozasıdır. Keza bütün ağır infeksiyon hastalıklarında ve endokrin sistemin patolojik hallerinde amenore mevcuttur.Corpusluteum persistensinden meydana gelen ve ovarial faaliyeti “baskı altında tutan corpus luteum kistlerinin mevcudiyetindeM amenore-leri de unutmamak lâzımdır. Ruh hastalıklarında, epilepsilerde, bu arada beyin bazisindeki hastalıklarda ve psikopatilerde psişik ten-bihler esnasında (üzüntü, heyecan, bir gebeliğin husulünde ileri derecede korku) siklus bozuklukları ye amenore husule gelebilir; Harici şartların değişmesi; meselâ, genç kızın tahsil hayatından iş hayatına atılması ev hayatından yatılı okul hayatına intisap etmesi, çok ağır işlerde çalışma dolayısiyl© husule gelen amenoreleri de daima hatırlamak icabeder. Loğusalık devrinde çocuğunu emziren kadınların ortalama % 80’inde, emzirmeyen kadınların %’ 20 sinde amenore mevcuttur. İklim değişmeleri esnasında, harplerde, göçlerde de, hiç de nadir olmayarak, genç kızlarda ve cinsi olgun-luk çağındaki kadınlarda amenore husule gelebilir

Çocuklarda Psikososyal Boy Kısalığı

Öykü ile ev içinde çocuğa davranış konusun­da doğru bilgi almak çoğu zaman olası değildir. Genellikle beslenmesinde de hatalar olan bu ço­cukların bulundukları ortamda beslenmeleri dü zeltilse bile büyümedeki bozukluğun düzeltile mediği görülmüştür. Nedeni iyi bilinmemektedir. Büyümenin kortikal inhibisyonla, hipotalamus düzeyinde baskılanmış olması olasıdır. Büyüme hormonu, ACTH, hatta TSH salgısının geçici ola­rak azaldığını bildiren yayınlar vardır. En iyi tanı’ ve tedavi yöntemi ortam değişikliği veya çevresel koşulların düzeltilmesidir.

SPİNAL ANESTEZİ

Suboraknoid uygulamada daha sık olarak araknoiditis, cauda, eguina sendoruman ve parapleziye neden olur. Subaraknodi bloğun yüksekliği ilaç dansitesine enjekte edilen maddenin volümüne ve injeksiyon pozisyonuna bağlı olarak değişir. İlaç dansitesi enjekte edilen maddenin spinal sıvıdan daha ağır (Hiperbarık) veya (hipobarik) olmasına göre hastanın pozisyonunu değiştirerek etki alanını genişletmede veya sınırlı tutmada faydalıdır. Epidural bloğun etki alanını sıklıkla enjekte edilen solüsyonun volümüne, daha az olarak ta pozisyona bağlıdır. Her iki anestezide bloke edilen spinal sinirlerin dağılım alanında sensoryal ve motor bloke edilen spinal sinirlerin dağılım alanında sesrisoryal ve motor blok meydana geterirler. Düşük konsantrasyonlar motor sinirleri etkilemeyebilir. İnterkostal adelelerin paralizisi santral sinir sistemi depressanları yokluğunda dakika ventilasyonunu etkilemez ve birçok sağlıklı hasta spinal anestezi sırasında hiperventilasyon yapar. Fakat solunum C 3,4,5, de oluşan frenik sinirin blokajı ile durabilir. Bu seyrek olay diğer anestetiklerin sebep olduğu respiratuar depresyon gibi yapay solunumla kolayca düzeltilebilir.

Spinal anestezi torako lamber sempatik sinir lifleriyle bunlara eşlik eden T -T somatik liflerin önköklerini bloke eder. Etki alanında arteriyel ve venöz tonus azalır, arteriyel direncin azalması ve venöz göllenmeye neden olur. Orta torasık sempatik liflerin blokajı adrenal glandların uyarılmasını bloke edere.Üst torasik sempatik liflerin blokaji kardı, ak uyarılmayı bloke eder. Esas etki venöz göllenme, bradikardi ve myokardın uyarılmasının azalmasına bağlı olarak meydana gelen kan basıncından düşmedir.

Total periferik direnç değişikliği bloğun yaygınlığına bağlıdır. Çünkü bloke bölgedeki vazodilatasyonu kompanze etmek için etlenmemiş alanda reflex vazaknstrüksiyon meydana gelir. Tabiidir ki hipovolemik şahıslar periferal arterioler ve venöz göllenmeyi zor tolere ederler. Tedavi yeterli hidrasyon sağlanması, hafif trendelenburg pozisyonu, ve daraltıcı ve pozitif kardiak etkisi iyi olan bir vazopressör ve oksijen uygulamasıyla yapılır. Spinal bloğun başa doğru yayılmasını önlemek için uygulanan başın yukarı kaldırılması (ters trendelenburg) venöz dönüşte azalmaya sebep olur ve bu hipotansiyon ile birlikte ise daha da tehlikeli olur.

Spinal sempatik blokajın diğer etkileri de terlemede, bağırsak peristaltizmi ve tonüsunda azalmadır. Gastro intestinal etkiler vagus ile meydana gelen parasimpatomimetik etkilerdir. Bulantı ve kusma gibi rahatsız edici durum spinal anestezi sırasında hemen hemen olağan kabul edilir ve sebebi tamamen aynıdır. Bunlar bazen atropin tedavisine cevap verirler. Hiçbir hipoksi belirtisi olmasa da oksijen tedavisi faydalı olabilir. Bu rahatsız edici durumu düzeltmek için uyku derecesinde bir sedasyon faydalıdır.

Yaşa Bağlı Sarı Nokta Hastalığı

Yaşa bağlı sarı nokta hastalığı (YBSN), makülanın – retinanın net ve merkezi görmeden sorumlu bölgesi- kademe kademe bulanık görme, okumada zorlanma ve son olarak görmenin merkezi alanında kara bir leke oluşmasına yol açarak, bozulmasıdır.

YBSN, 60 yaş üstündekilerde, körlüğün ilk sebebidir. İleri yaşa ilaveten, sigara içmek, güneş ışığına maruz kalmak, ultra viyole ışınları, açık renk gözler, hipermetropluk, hipertansiyon, yüksek kolesterol ve koroner arter hastalığı da YBSN hastalı­ğının sebeplerindendir.

YBSN, iki şekilde olabilir: Kuru ve ıslak. İnsanların büyük kısmında, makülanın içindeki ışığa duyarlı hücrelerin çürümesine ve retina dokularının incelmesine sebep olan, kuru ya da atrofik şekline rastlanır. Kuru YBSN’nin semptomları ilk önce sadece bir gözü etkileyebilir. Görmede, özellikle merkezdeki görüntünün bulanık­laşması hali yaşanır ve tedrici kayıp oluşur. Kuru şeklinde, bulanık görme, yüzleri ayırt etme ya da okumadaki zorluk ilk belir­tiler arasındadır. Diğer gözün de etkilenmesi olasıdır.

Hastalık ilerledikçe, görme alanının merkezinde kara bir nokta oluşabilir. Zamanla bu alan genişler ve görme yetene­ğini engeller. Bununla beraber, tek gözünde YBSN olan bir kişi, sağlıklı göz çok iyi telafi ettiğinden, görme kaybının farkına varamayabilir.

Islak YBSN, kurudan daha hızlı gelişir. YBSN olan kişiler tamamen kör olmazlar; kenardan görme yetileri devam eder.

Tedavi Seçenekleri

YBSN’nin herhangi bir belirti­sini farkettiğiniz zaman, hemen doktorunuzu aramalısınız. YBSN, Smellen testinin uygulandığı, göz tetkiki ile teşhis edilir. Bu testte, değişik mesafeler ve ışık seviye­lerinde ne kadar iyi gördüğünüz tespit edilir. Retinanın içindeki konik hücrelerin ne kadar iyi çalış­tıklarını görebilmek için, renk testleri de yapılabilir.

Doktorunuz, birikmiş drusen (makülanın altında oluşan küçük sarı çökeltiler) kümeleri görürse ya da, göz dibi göreciyle görüle­bilecek pigment parçaları görürse, kuru YBSN’den şüphelenebilir.

Amsler diyagramının kulla­nılması, incelemenin en önemli kısmıdır zira YBSN’den ötürü bozulan görmeyi belirler. Kareli kağıda benzeyen, bir ağ dizgenin ortasındaki bir noktaya bakmanız istenecektir. Eğer çizgileri dalgalı görüyorsanız, YBSN’niz olabilir. Islak YBSN, retinaya sızıntı yapan damarların lazer tedavisinden faydalanıp faydalanamayacağını ortaya koyan flüoressein anjiyografi yardımıyla teşhis edilir.

Kuru YBSN için kanıtlanmış bir tedavi yoktur. Bununla beraber, bu hastalık gayet ağır ilerler ve insanlar, merkezi görmelerinde bir kayıp olmasına rağman, günlük rutinlerinde idare ederler.

Lazer fotokoagülasyon denilen, bir tür lazer cerrahisi, ıslak YBSN hastalarının bazılarında etkilidir. Sızıntılı kan damarlarına yönelik lazer ışını, bu damarları yapıştırır ve ileride oluşacak sızıntıları önler. İşlem, yeni oluşan ve henüz göz çukurunda (makülanın orta kısmı) büyümemiş damarlarda daha fazla etkilidir. Yine de bir tedavi değildir ve görme kaybını geri getirmez; sadece, hastalığın ilerlemesini durdurur.

Doktorunuz, evde, Amsler Diyagramı kullanarak, kendi durumunuzu takip etmenizi önere­bilir. Düzenli kontrollarla durumu­nuzun kötüleştiğini anlayabi­lirsiniz. Lazer ameliyatı olanlar, kan damarlarında yeniden sızıntı olması ihtimaline karşı uyarılabilirler. Karotin (ıspanak, yeşil lahana ve yapraklı sebzeler) yüklü ve antioksidan vitaminli (Vitamin C ve E) bir diyet önerilmesi, YBSN’nin ilerlemesinin durdurula­bilmesi açısından gereklidir.

Görme bozukluğu, ıslak YBSN’nin en erken belirtisidir. Düz çizgiler dalgalı görünür ve şekiller deforme olabilir. Renkler donuklaşabilir ve odaklanma alanının ortasında, kör bir nokta oluşabilir