Gebelikte Akitif hareketler

5 inci aydan itibaren elin, karın duvarı üzerine konması ile fötüs hareketlerini hissetmek mümkündür. Hatta bazan hareketler karın duvarından gözle görülerek takip edilebilir. Çocuk hareler karın duvarından gözle görülerek takip edilebilir. Çocuk hareketleri bazan daha 4 üncü ayda muntazam olmayan, kunt hareketler halinde kendisini belli eder. Bu hareketler, hele dinleme borusu kadının karın duvarına iyice yerleştirilirse ve dinlerken biraz bastırılırsa daha aşikâr olarak.duyulabilir. Daha sonraki aylarda ve bilhassa 5 inci aydan sonra, çocuk hareketleri sadece duyulmaz, aynı zamanda gözle görülür bir hale gelir Ve hareket halinde olan çocuğun organ kısmına uyan karın duvarı, dalga şeklinde bombelik gösterir. Fakat bazı kadınların; barsak hareketlerini, çocuk hareketleri olarak mânalandırmaları da mümkündür. Bu bakımdan kadın tarafından mevcudiyeti ifade edilen çocuk hareketlerinin, ancak doktor tarafından hissedilmesi veya görülmesi bir mâna ifade eder.

Bilirübin

Bilirübin karaciğer hücreleri tarafından kandan süzülüp sitoplazmaya girdikten sonra, bilirübin ve diğer organik anyonların yüksek affınitesi olduğu Y(ligandin) yada Z proteinlerinden birine bağlanır. Ankonjuge bilirübin daha sonra bilirübin diglukuronidi oluşturmak üzere glukronil transferaz enzimince katalize edilir. Bilirübin diglukuronid safra tuzlarının ekskresyonundan sorumlu olandan farklı ve bir çok organik anyonun katıldığı bir mekanizmayla aktif olarak taşınır.

Bağırsağa girdikten sonra bilirübin, bağırsak bakterilerince, ürobilinojenler diye bilinen, okside olarak pigmentli ürobilinlere çevrilen bileşiklere indirgenir. Ürobilinojen terimi sıklıkla hem ürobilinleri hem de ürobilinojenleri anlatmak için kullanılır.

Hergün takriben 300 mg bilirübin barsağa geçer fakat dışkıyla atılan günlük ürobilinojen miktarı sadece 200 mg. dır. Bilirübin girdisiyle ürobilinojen atılımı arasındaki bu farkın sebebi henüz açıklanamamaktadır. İntestinal pigment yükünün %1’i ürobilinojen halinde geri emilerek entrohepatik dolaşıma girer. Safra ile ekskrete ve reekskrete edilmeyip portal kanda kalan az miktardaki ürobilinojen ise idrarla atılır.

ÇAY YAPRAĞI

Camelia sinensis (L.) O. Kuntze (Syn: Thea si-nensis L.) (Theaceae) türünün, fermente edildikten sonra, fırınlarda kurutulmuş yaprağıdır. Bu tür kışın yaprağını dökmeyen, beyaz çiçekli bir ağaççıktır. Vatanı Çin olmakla beraber, Kuzeydoğu Anadolu’nun sahil bölgelerinde (Rize, Hopa) bol miktarda yetiştirilmektedir (Resim: 89 ve 90).

Rize bölgesinde çay eldesi 1939 yılında başlamıştır. Burada ilk tesis 1945 yılında “Rize Çay Fabrikası” ismiyle kurulmuştur. Bu fabrika halen de çalışır durumdadır. Bölgede bugün çay elde eden

1 – Doğun, A.: Kızıl çam “Pinus brutia Ten.” yapraklan uçucu yağ) üzerinde araştırmalar  Ankara Üniv. Ziraat Fak. YıJl. 27: 105 0977).

40’dan fazla tesis bulunmaktadır (1-7).

Dış görünüş: Az çok burulmuş, siyah renkli, özel kokulu ve buruk lezzetli parçalar veya kaba toz halindedir.

Bileşim: Kafein (%-4), tanen (% 10-25), enzimler ve uçucu yağ taşımaktadır (8). Tohumlarında sabit yağ (%23-29) (10,11,12) ve saponinler (9) bulunmaktadır.

Etki ve kullanılışı: Midevi, kuvvet verici, idrar arttırıcı ve kabız etkilere sahiptir. Taşıdığı tanenden dolayı alkaloit zehirlenmelerinde panzehir olarak kullanılır. Kafein elde edilmesinde bir ilkel maddedir (14). Tohumlarında bulunan yağ sanayide ve temizlendikten sonra gıda olarak kullanılabilir (13).

Kullanılış şekli: İnfusyon (%5), günde 3-4 bardak içilir.

Memleketimizde çay yetiştirilmesi için ilk girişimler 1888 ve 1892 yıllarında yapılmıştır. Japonya’dan getirilen tohumlar Bursa bölgesinde ekilmiş ve fakat Bursa ikliminin çay bitkisi üretimi için yeterli rutubete sahip olmaması nedeniyle bu girişim başarıya ulaşamamıştır.

Rize bölgesinde çay üretimi, Batum’da çalışan Rizeli işçilerin, çay fidanlarını Batum’dan getirerek kendi bölgelerinde yetiştirmeleri ile başlamıştır. İlk çay fidanlarının Batum’dan Rize’ye ne zaman getirildiğini tam olarak bilmiyorsak da, Rize bölgesinde yetiştirilen fidanlardan vergi alınmamasını, isteyen 22 Haziran 1879 tarihli bir vesikanın bulunması

(15), bu bölgede çay fidanı yetiştirilmesinin Bur-sa’da yapılan girişimden önce başladığını göstermektedir.

MİSK

Moschus mosehiferus L. (Cervidae) isimli hayvanın genİtal organlarının yanında bulunan bit* guddenin salgısıdır. Misk keçisi Tibet, Moğolistan ve Tonkin dağlarındaki ormanlarda yaşar. Ortalama 60 cm yükseklikte olup, esmer renkli, gri veya beyaz lekelidir. Tüyleri uzun ve dalgalıdır. Başı küçük,

kulakları tavşan kulağı biçiminde ve boynuzsuzdur. Üst çenesindeki dişlerden iki tanesi çok büyük olup, dudaklardan aşağı doğru sarkar.

Erkek keçinin göbeği ile gemul organları arasında 5-6 cm uzunluk ve 3-4 cm genişlikte bir salgı bezi bulunur. Bu gudde kokulu ve kıvamlı bir madde ile doludur. Keçiler avcılar tarafından özel tuzaklar ile yakalanır ve salgı bezi alınır. Kışın avlanan hayvanlardan elde edilen misk, yazın avlanan hayvahlatdan^İ^e edilen miskden daha iyi kalitelidir.

Misk esmer renkli, kıvamlı bir kitledir. Acımsı lezzetli ve özel kokuludur. Az bir kül bırakarak ya-nar Eter ve etanolde^ol^ylıkla’çözünür.

Rezin, kollesterin, sabit yağ ve uçucu yağ taşır. Uçucu yağda başlıca kokulu bileşik olarak muskon

bulunur.

Yatıştırıcı bir etkiye sahiptir. Toz5 hap veya ten-tür halinde kullanılır. Bugün bilhassa parfümeri endüstrisinde koku verici olarak kullanılmaktadır. Eskiden cinsel arzuyu artırmak için çok kullanılırdı.

“Miski ban yağı ile karıştırıp başa sürseler nezleyi men eder ve dimağa kuvvet verir. Eğer şebboy yağıyla karıştırıp fallos’un başına sürseler cinsi münasebette kuvvet verir. Doğurmayan kadınlar kendilerine ilâç ettiklerinde içine misk de katsaiar gebe kalmalarına yardımcı olur” (1).