Hidrosel, Spermatosel ve Varikosel

varikoselVarikosel

hidrosel

Hidrosel

SEMPTOMLAR
Bu rahatsızlıkların hepsinde haya kesesinde ağnsız bir şişlik olur. Varikoselde haya kesenizin içinden geçen genişlemiş damar­ları hissedebilirsiniz. Şişlik bir görünüp bir kaybolabilir, genel­likle ayağa kalktığınızda artar. Kasık Fıtığı/İnguinal herni  de haya kesesinde şişliğe neden olabilir.

TEDAVİ SEÇENEKLERİ
Bu rahatsızlıkların hiç birisi testislerde kalıcı bir hasar meydana getirmez. Yine de, haya kesenizde bir şişlik meydana gelirse dokto­runuzun diğer nedenleri ortadan kaldırabilmesi için doktorunuza başvurmanız gerekir. Bir ultrason muayenesi dokto­runuzun tanı koymasına yardım edecektir.

Hidrosel, spermatosel ve varikoseiin tedavisi yalnızca şişlik rahatsız ediyorsa gerekir. Ağrı, lokal bir anestezikle giderildikten sonra, dokto­runuz toplanmış olan fazla sıvıyı bir iğne ve şırınga yardımıyla aspire edebilir (çekebilir) ve sonra da sıvının tekrar toplanmasını önlemek için bir madde enjekte edebilir. Eğer çok büyük miktar­larda sıvı toplanmışsa, genellikle sıvıyı çıkarmak ve ileride tekrar toplanmasını engellemek için ameliyat gerekir.

Varikoseliniz varsa, hissede­ceğiniz ağırlığı, destekleyici bir iç çamaşırı ya da bir haya bağı giyerek giderebilirsiniz. Varikosel, cinsel üretkenliğinizi körelte­bilir, çünkü genişlemiş damarlar, testislerde üretilen spermlerin cinsel boşalma sıvısına gitmesini engeller. Ancak erkeklik organı­nızın sertleşmesini etkilemez. Eğer varikosel cinsel üretkenliği­nize müdahale ediyorsa, dokto­runuzdan sizi variköz toplarda marlara düğüm atacak bir cerraha yönlendirmesini talep edin.

REJYONAL ANESTEZİNİN HASTANIN HAZIRLANMASI

Anksiyete veya rahatsızlık hissi işlemden önce verilecek anestezik veya sedatiflerle geçiştirilebilir. Eğer ilacın dozu fazla ise hastanın zihni karışabilir veya ağrılı uyaranlara karşı heyecanlanabilir ve beklenmeyen davranışlar gösterebilir, irade dışı hareketlerde bulunabilir.

Dikkatli doz ayarlamaları genellikle bu tip problemleri ortadan kaldırır ve birçok hasta tarafından kabul edilebilecek bir öfori sağlar. Eğer hasta ağrı duyuyorsa ve huzursuzsa ağrı eşiğini düşürmek ve huzursuzluğu gidermek için sedatifler eklenebilir.

Rejyonel anestezi uygulaması sırasında kusma sık değildir. Eğer hasta düşkün veya aşırı sedatize edilmişse kötü bir sonuç olarak hasta kusup aspire edebilir.

Klinikle ilişkili Mikrobiyolojik İşlemler

Klinik mikrobiyoloji laboratuarı sadece infeksiyon hastalıklarının teşhisinde değil, hastalığın teşhisinden sonra uygulanacak antibiyotik tedavisinin yönlendirilmesinde de yardımcı olmaktadır. Zira, ampirik antibiyotik tedavisinin sınırlı olarak kullanılması gerektiğini, laboratuardan gelecek antibiyotik duyarlık test sonuçlarına göre, en az toksik olan, en az yan etkisi bulunan ve en ucuz olan antibiyotiğin seçilmesi gerektiğini hepimiz bilmekteyiz.

Gerek transplantasyon, gerek enstrumantasyon ve gerekse değişik nedenlerle immün yetersizlik ve süpresyon altında bulunan hastaların miktarı her geçen gün artmaktadır. Bu tür hastalardaki veya böbrek yetmezliği bulunan ve hatta normal fonksiyonlara sahip hastalardaki infeksiyonlann tedavisinde, mecburen kullanılan, tedavi ve toksik sınırları çok dar olan antibiyotiklerde, yapılan serum tavan ve taban düzeylerinin tayini, hastaların emin bir şekilde tedavi edilmelerini sağlar.

Materyallerin mikrobiyolojik yönden incelenebilmeleri için kullanılan yöntem ve işlemler, materyelin cinsine ve elde edildiği bölgeye göre değişir. Bu işlemlerden bazıları, materyelin alınmasından birkaç saat veya daha kısa bir süre sonra teşhise gidilmesini sağlayabilir.

Bazan tek bir örnekle mikrobiyolojik işlemlerden kati bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Örneğin; mantar kültürlerinden izole edilen, hem kontaminant olarak bilinen ve hem de patojen potansiyele sahip oldukları için hastalık etkeni olarak kabul edebileceğimiz mükör, asperjillus vs. gibi mantarlar için kültürün en azından yeni bir örnekle tekrar edilmesi gerekir. Aynı davranış atipik mikobakteriler için de geçerlidir. Buna mukabil, zorunlu patojen olduğunu bildiğimiz etkenleri, tek bir kültürden ve tek bir koloni olarak İzole etmemiz bile, tanı koymaya yeterli olacaktır. Örneğin; M.tuberculosis, Salmonella’da vs. olduğu gibi.

KLİNİKLE İLİŞKİLİ MİKROBİYOLOJİK İŞLEMLER

Emin olduğumuz vakalarda dahi kültürlerden her zaman % 100 gibi bir sonuç elde edilebileceği düşünülmemelidir. Yapılan çalışmalar, boğazda A grubu beta hemolitik streptokoklarda, balgamda M.tuberculosis’de, genital akıntüardaki gonokoklarda, kandan izole edilen iki materyelden yapılan kültürlerde ortalama %10’a yakın uyuşmazlık olabileceğini göstermiştir. Bu bakımdan şüpheli durumlarda mikrobiyolojik incelemelerin tekrarı gereklidir.

Klinik mikrobiyoloji laboratuanndaki tüm bu önemli işlemlerin yapılabilmesi, hematoloji veya biyokimya laboratuarlarında olduğu gibi, bir tüpe alınan kanı, “tam kan sayımı” veya “işaretli biyokimya testleri” diyerek laboratuara göndermekle mümkün olamamaktadır. Zira, klinik mikrobiyoloji işlemleri, klinisyen ve klinik mikrobiyolog tarafından beraberce yürütülmektedir. Hastalardan en uygun materyelin alınması ve bunların laboratuara intikal ettirilmesi, kîinisyenin görevi olup, mikrobiyolojik işlemler zincirinin en önemli halkasını oluşturur. Bilinçsiz olarak alınan ve uygun olmayan bir şekilde laboratuara intikal ettirilen materyelden elde edilecek sonuç, daha başlangıçta değersiz hale getirilmiş olur.

Özet olarak, mikrobiyolojik işlemlerde, klinisyenle klinik mikrobiyolog arasında yakın ve bilinçli bir işbirliğinin olması şarttır.

Klinik mikrobiyoloji laboratuarına gönderilecek hasta materyellerinin alınmasında ve laboratuara intikalinde klinisyenin yapması ve uyması gereken bazı genel prensipler vardır ki, onları şöyle özetliyebiliriz.

1. Materyel hastaya antibiyotik verilmeden evvel, bu mümkün değilse müteakip doz verilmeden evvel alınmalıdır.

2. Materyel, hastalığın akut devresinde ve yoğun olduğu bölgeden alınmalıdır.

4. Normal flora ihtiva eden bölgelerden anaerob kültür yapılmamalıdır.

6. Yalancı negatif sonuç alınması muhtemel durumlarda, değişik zamanlarda ve daima birden fazla materyel alınmalıdır. Tbc.de, mantarlarda, sepsislerde, parazit muayenelerinde, salmonella ye şigella portörlerinin aranmasında olduğu gibi.

7. İstek belgeleri usulüne uygun olarak doldurulmalı ve ne istendiği açık olarak belirtilmelidir.

KLİNİKLE İLİŞKİLİ MİKROBİYOLOJİK İŞLEMLER

8. Dayanıksız bakterilerin ölmemesi için icab ediyorsa ekim hasta yatağı yanında yapılmalıdır.

9. Problem vakalarda ve özel işlem gereken durumlarda laboratuara danışmaya gidilmelidir.

10. Materyel laboratuara uygun bir kapta gönderilmelidir. Ne etrafı enfekte etmeli ve ne de etraftan kontamine edilmelidir (varsa transport besiyeri kullanılmalıdır).

11. Materyel laboratuara hemen intikal ettirilmeli, eğer bu yapılamıyorsa uygun bir şekilde saklanmalıdır (buz dolabı-etüv vs.).

12. Klinisyen materyeli laboratuara göndermeden evvel bizzat görmelidir.

Çocuklarda Duyu Organlarının Gelişimi

Görme . Yenidoğan çocuk, görme alanı için­de olan parlak bir cismi farkedebilir. İki hafta­lık bir yenidoğan, eşyayı kısa süre ve 45-90 de­recelik açıda takip eder. 2 aylıkta 180° takip eder, 4 aylıkta görme fonksiyonu daha da gelişmiş­tir. Çocuk eşyayı görür ve uzanıp almak ister. Görme fonksiyonu 5-6 yaşında tam olarak (20/ 20) gelişir.

İlk 2-3 ayda gözlerde geçici kaymalar nadir değildir. Kayma devamlı ise ve 3 aydan sonra düzelmiyorsa strabismus (şaşılık) dan söz edilir.

Koku, tat ve dokunma : Yenidoğanda koku alma duyusu iyi değildir, buna karşın tat duyu­su gelişmiştir. 3. aydan başlayarak tükrük salgısı artar. Dokunma duyusu, ilk 5 ayda dudaklar ve dil dışında tam gelişmiş değildir.

İşitme : Yenidoğanda işitme duyusu gelişmiş­tir. Ani ve kuvvetli seslere irkilme ile yanıt verir. Dış kulak yolunun kulak kiri ile dolmuş olması işitmeyi güçleştireceğinden temizlenmelidir. 6 ay­lık bir çocuk sesin kaynağına doğru başını çe­virir, tanıdığı seslerle keyiflenir. İşitme duyusu, çocuğun yeni şeyler öğrenmesi ve konuşabilmesi için gereklidir. Bozuklukların erken tanınması için ilk aylarda her muayenede işitme kontrol edilmelidir.

PRİMER PERİTONİT

Klinik Bulgular

Klinik tablo sekonder bakteriyel peritonitten pek farklı değildir. Ani ateş yükselmesi, karın ağrısı, distansiyon, vuran hassasiyet önde gelen belirti ve bulgularıdır. Bununla beraber olguların dörtte birinde peritoneal semptomlar minimaldir veya hiç yoktur. Olguların çoğunda ilerlemiş siroz veya üreminin klinik ve biyokimyasal tablosu hakimdir. Tanıda peritoneal asidde beyaz kürenin 250/ A1′ L’nin üzerinde ve %25’inde gram boyasında bakteri saptanır , bu da çoğu kez E.coli’dir. Asidde yüksek laktik asit ( 33 mg/ dL.) veya düşük pH (

Tedavi

Tanı konulur konulmaz sistemik antibiyotiklere ve destekleyici tedaviye başlanmalıdır. Mortalite %60 dolayındadır. Ancak bunun yarısından peritonit sorumludur. İlerleyen hepatik ansefalopati prognoz açısından kötü bir işarettir.