Çocuklarda Günlük Su ve Elektrolit Gereksinimleri

Su ve elektrolit gereksinimi enerji metabolizmasıyla doğrudan ilişkilidir. Metabolizma hı­zının artması ile 1)’karbonhidrat, yağ ve prote­inlerin oksidasyonu sonucu açığa çıkan endojen su miktarı fazlalaşır, 2) idrarla atılan solut mik­tarı ile birlikte zorunlu idrar miktarı çoğalır, 3) vücutta ısı yapımı ve buna bağlı olarak da deri ve akciğerlerden su kayıpları artar. Günlük elektrolit kayıpları da su kayıpları ve metaboliz­ma hızı ile yakın bir ilişki gösterir. Bu alandaki araştırmalar sonucu, vücutta metabolize olan 100 kaTnin gerektirdiği su, sodyum, potasyum miktarları iyi belirlenmiştir ve günlük su ve elektrolit gereksinimlerinin hesaplanmasında ka­lori biriminin kullanılması giderek yaygınlaşmış­tır.

Metabolizma hızı yaşa, vücut ağırlığına, ak-tivite derecesine ve vücut ısısına göre değişir. Ya­tan bir hastanın yatakta az veya çok hareket etmesiyle bazal metabolizmanın % 0 – 30 oranında değişebildiği, vücut ısısında olan her 1°C lik artmanın da bazal metabolizmada % 12 oranında bir yükselmeye neden olduğu bilinmektedir. Tab­lo 8.3,6 vücut tartısına göre günlük kalori ge­reksinimini göstermektedir.

100 kalorinin 115-125 mi su harcaması gerek­tirdiğini yansıtan klasik bilgilere göre tablo 8.3.7 de su kaybı için verilen, değerler biraz düşüktür. Bununla birlikte klinik uygulamada sıvı gereksi­nimini hesaplarken pratik olarak bu değerler kullanılmaktadır. Şu halde, yukarda kalori ge­reksinimini belirten basitleştirilmiş değerler yak­laşık olarak ml/kg olarak su gereksinimine eş­değerdir (tablo 8.3.8).

Çocuklarda MEtabolik Asidozda Sıvı TEdavisi

Ağır asidoz dışında da akut dehidratasyon tedavisinde   kullanılan  sıvılara  genellikle  20-3mEq/l HCOa– ilave edilir. Bu şekilde verilen sıvı, bikarbonat içeriği. yönünden plazmaya ya-kmlaştırılmış olur.

Asidoz durumunda verilmesi gerekli NaHCOs miktarı aşağıdaki formüle göre hesaplanabilir:

Verilecek NaHC03 (mEq) = İstenen HCO,~ düzeyi — hastanın HC03– düzeyi CmEq/l) x 0.6 x vücut tartısı

Ticarette bulunan % 8.4 lük molar sodyum bikarbonat solüsyonunun 1 mi si 1 mEq Na ve 1 mEq HC03~ içerir.

Hastanın kan bikarbonat ve pH düzeyinin bilinmediği ve asidoz olasılığı düşünülen du­rumlarda kan bikarbonat değerini 5 mEq/l yük­seltecek dozda NaHC03 parenteral solüsyona ila­ve edilir. 10 kg lık bir çocukta bu miktar:

5 x 0.6 x 10 = 30 mEq (% 8.4 NaHC03 solüs­yonundan 30 mi) olacaktır.

Orta derecede asidoz durumları için sod­yum bikarbonat dozu 2-3 mEq/kg olarak da he­saplanabilir. Hesaplanan miktar, 4 veya 8 saat­lik perfüzyon sıvısına ilave edilir. Ağır asidoz-da daha küçük dozlarda (0.3-1 mEq/kg) NaHC03 İV bolus olarak uygulanabilir ve duruma göre bu  miktar bir  saatlik aralarla tekrarlanabilir.

NaHC03 yerine sodyum laktat kullanılma­sında serilecek miktar, 1/6 molar sodyum lak­tat solüsyonunun 4.2 ml/kg lık dozunun kan HC03– değerini 1 mEq/i yükselteceği esasına göre hesaplanır.

Yenidoğan döneminde laktat güç metabolize olduğundan kullanılmamalı, bikarbonat ya da THAM tercih edilmelidir.

Na yüklenmesinden kaçınılması gereken du­rumlarda (hipernatremi, ödem, oligüri, konjestif kalp yetersizliği) THAM tercih edilir. Çocuklar­da 0.3 M THAM (tris-hidroksimetil aminometan) solüsyonundan 0.5-5 ml/kg/saat verilir. THAM dozu her 0.1 pH birimi için 1 mi/kg dozda, pH yi 7.4 e çıkaracak şekilde de hesaplanabilir. Veril­me hızı ı ml/dak yi geçmemelidir.

Örneğin vücut tartısı 3 kg, pH 7.2 olan bir hastada verilecek THAM miktarı 3x2x1 = 6 mi dir. Ancak THAM verilirken hipoglisemi ve solu­num durmalarına karşı dikkatli olmalıdır.

Asidoza karşın klinik, elektrokardiografik, biyokimyasal bulgular belirgin bir potasyum ek­sikliği gösteriyorsa, aşağıda tekrar değinileceği şekilde, asidozun düzeltilmesinden önce potas­yum eksikliği giderilmelidir.

Çocuklarda Sodyum Fazlalığı ve Tedavisi

Hipernatremik dehidratasyonda osmotik dengeyi sağlamak için hücre içinden ekstrasellüler kompartmana su transferi olur. Bu nedenle hipovolemi belirgin değildir. Buna karşın hücre içi dehidratasyon daha belirgindir. Bu hastalarda ve deneysel hipernatremilerde beyin kanamaları, konvülziyonlar görülebilir. Hiponatremide beyin ödemine bağlı olan konvülziyonların reversibl ol­masına ve sekel bırakmamasına karşın, hipernat­remik konvülziyonlarda ciddi sekeller kalabilir. Bu hastalarda irritabilite, rijidite ve opistotonus dikkati çeker. EEG de bozukluklar, beyin omuri­lik sıvısında yüksek protein düzeyleri gösteril­miştir. Tedavi yaklaşımında önemli noktalar şöy­le özetlenebilir:

  1. Sıvı tedavisinde uygulanacak fizyolojik se­rum + % 5 glükozlu serum karışımı 1: 3 ve­ya 1:4 oranında (30 – 40 mEq/l Na içeren sı­vılar)  olmalıdır.
  2. Dehidratasyon yavaş olarak düzeltilmeli, de-fisit 24 saat yerine 2 günde karşılanmalıda.
  3. Parenteral sıvı tedavisine ek olarak hastaya günde 2 kez 0.5-1 g kalsiyum glükonat ve­rilmelidir.
  4. Parenteral solüsyon potasyum (30 – 40 mEq/l) içermelidir.  ‘

Hipernatremik dehidratasyonda defisitin ne kadar miktarının Na+ içermeyen serbest su şek­linde verileceği aşağıdaki şekilde hesaplanır:

(Hasta serum [Na+] -150) x4 x vücut tartısı

% 10 luk dehidratasyonu olan 10 kg lık bir çocukta serum sodyum düzeyi 160 mEq/l ise ve­rilecek serbest su:

(160 — 150) x 4 x 10 = 400 mi olacaktır.

Böyle bir hastada 3:1 oranında % 5 glü­kozlu serum + fizyolojik serum (veya Ringer laktat) KC1 ilavesiyle verilir. Bu solüsyon yeterli serbest su sağlayacaktır. Buna ek olarak 12 saatlik aralarla 0.5 -1 mi kalsiyum glükonat İV olarak uygulanır. Defisitin yavaş olarak ka­patılması amacıyla parenteral sıvı 48 saatte 3000 mi. olarak verilir.

Çocuklarda Bağışıklık Sistemi

İnsan vücudu yabancı madde ile karşılaş­tığında değişik şekillerde reaksiyon verir. 1906 yılında Von Pirquet bir hayvan veya insanın yabancı madde ile karşılaştığı zaman kazandığı değişik şekilde reaksiyon verme, yeteneğine «allerji» ismini vermiştir. Bir organizmaya veril­diğinde antikor yapımına yol açan ve antikorla özgül reaksiyona giren maddelere de «antijen» ismi verilir. Antijenler genel olarak ekzojen ve endojen olmak üzere iki grupta toplanabilir. Ek­zojen antijenler, çeşitli mikroorganizmalar (vi­rüs, bakteri, vb) ile inhalan, küf ve dış ortam­dan vücuda giren antijenleri kapsamaktadır. En­dojen antijenler ise heterolog, otolog ve homo­log antijenlerden meydana gelir.

Bebek, uterusun steril çevresinden ayrıldığı andan itibaren bakteri, virüs, mantar, protozoon ile atmosferden inhale edilen veya beslenme sı­rasında alman maddeler gibi pekçok yabancı antijenlerin hücumuna uğrar. İmmun sistemin görevi, bu ajanların lokal tutulumunu veya sis-temik dağılımını engellemek ya da geciktirmek­tir. Aynı zamanda immun sistem, otoimmun hastalıkların ve malignansilerin gelişimini ön­ler. İmmun sistem dört ana unsurdan oluşmuş­tur. Bunlardan birincisi antikora bağlı hümoral immunite (B hücresine bağlı immunite) dir. Ke­mik iliğinden kaynaklanan lenfositler CB hücre­leri) ile sekresyonlar, plazma ve interstisyel alan­larda bulunan immunoglobülinler tarafından oluşturulur. İkincisi olan hücresel immunite ise kandaki ve periferik lenfoid dokudaki timusa bağlı lenfositler (T hücreleri) tarafından oluş­turulur. Üçüncüsü olan fagositlk sistem kanda ve dokularda bulunan ve mikroorganizmaları sindirip öldürmekle görevli makrofajlar ve po-limorf nüveli lökositlerden meydana gelir. B hüc­releri  immunoglobülin yapan  hücrelerin  öncüleridir. T hücreleri ve mononükleer hücreler im­munoglobülin yapmazlar, ancak her ikisi de B hücre fonksiyonu için gereklidir. T hücreleri im­munoglobülin sentezini düzenler, makrofajlar immun yanıtın oluşmasını sağlar. Dördüncü un­sur olan kompleman sistemi immun sistemin ka­lan kısmıyla sinerj ist çalışarak bakteriyel infeksiyona direnci arttırır.