Mıkroelementler (eser elementler)

Demir hemoglobin, myoglobülin, sitokrom lar gibi oksijen taşıma, depolama gibi işlevleri olan proteinlerin ve enzimlerin yapısında bulu­nur. Miadında doğan bebeklerin organizmasın­da yaklaşık 75 mg/kg demir bulunur. Erişkinler­de bu miktarlar daha düşüktür (erkeklerde 50 mg/kg,  kadınlarda 35  mg/kg). Vücuttaki total

Demirin % 60 91 i hemoglobin ve myöglobin şek­linde, % 15 20 si depolanmış demir olarak (fer ritin, hemosiderin) karaciğer, dalak ve kemik iliği hücrelerinde bulunur. Demirin % 1 inden azı da demire bağımlı enzim sistemlerinde işlev görür. Besin maddeleri ile alman demir gastro intestinal sistemden emilir. Demirin başlıca emi lim yeri duodenumdur, daha az miktarlarda mi­de ve jejenumdan da emilebilir. İnorganik de­mir tuzları % 5 16 oranında, organik demir ise % 30 70 oranında emilir. C vitamini, kalsiyum ve asit ph, demir emilimini kolaylaştırır. Antiasitler, fitik asit, fosfatlar ve fitatlar ise emilimi azaltır. Ayrıca hayvansal besinlerdeki demir, bitkisel be sinlerdekinden daha kolay emilir.

Başlıca demir içeren besinler et, yumurta sa­rısı, karaciğer, böbrek, dalak, yeşil sebze ve mey­velerdir.

Demirin başlıca atılım yerleri barsak hücre­leri, safra, dışkı, tırnaklar, saç ve idrardır. Eriş­kinlerde günlük kaybın erkekte 1 mg dan az, ka­dınlarda ise menstrüasyonla kaybedilen demirin eklenmesiyle daha fazla olduğu saptanmıştır.

Demir eksikliğinde halsizlik, iştahsızlık, so lukluk ile hipokrom, mikrositik bir anemi gelişir. Demir eksikliğine çocuklarda ve ergenlikte, gebe kadınlarda, yaşlılarda en sık rastlanır. Eksiklik, demirden fakir gıdalarla beslenenlerde, kanama durumlarında, malabsorpsiyön sendromlarmda ve uzun süren infeksiyonlarda görülür.

Günlük demir gereksinimi çocuklarda ilk 6 ayda günde 10 mg, ikinci 6 ayda 15 mg dır. Yaşa göre günlük demir gereksinimleri tablo 7.5.2 de gösterilmiştir.

İyod

Tiroksin ve triiyodotironin gibi aktif tiroid hormonlarının yapısında bulunan iyodun yetiş­kinde % 70 80’i tiroid bezinde, geri kalanı da kanda, deride ve diğer dokularda bulunur. Be­sinlerle alman iyodun % 100 e yakını absorbe olur. Esas atılım yolu idrarladır. İyod içeren ti^ roksin ve triiyodotironin, enerji metabolizmasını ve kolesterol sentezini düzenleyen hormonlardır. Ayrıca karotenin a vitaminine çevrilmesi, pro­tein sentezi ve karbonhidratların barsaktan emi­limi de tiroid hormonlarından etkilenir.

İyod eksikliğinde guatr, doğumsal veya edin sel hipotiroidi oluşur. İyod eksikliği, özellikle dağlık bölgelerde yaşayan kişilerde iyodla zen ginleştirilmemiş tuzların kullanılması sonucu gö­rülür.

Günlük iyod gereksinimi, yaşamın ilk 6 ayın­da günde 40 mg iken ergenlikte 150 mg a kadar çıkar. Süt ve sütlü besinler ile deniz ürünleri iyod bakımından oldukça zengindir.

Çinko

Besinlerle alman çinkonun % 15 30 u du odenumdan emilir. Çinko emilimi, düşük molekül ağırlıklı çinko bağlayıcı ligand czbl) tarafından kolaylaştırılmaktadır. Çinko bağlayı­cı ligandm tek bir madde olmayıp, polipeptid ve­ya nnn trimethyl 1.2 etandiamin, prostaglandin e2, pikolinik asit ve sitrik asit gibi bileşikler şek­linde olabileceği ileri sürülmektedir. Çinko emi­limini fitat, lifli besinler, fosfat, kalsiyum, oksa­lat, bakır, kadmiyum, inorganik demir, kalay, toprak ve kil azaltır. Protein, kazein, laktoz, şa­rap, d vitamini, d penisilamin gibi maddeler ise arttırır.

Çinko eksikliğinde büyüme gelişme geriliği, özellikle erkeklerde hipogonadizm, hepatospleno megali, parakeratoz, alopesi, yaralarda geç iyi­leşme görülür. Kongenital anomalilerin etioloji­sinde çinko eksikliğinden sözedilmektedir. Gebe

Ligin geç dönemlerinde çinko eksikliği, intraute rin büyüme geriliğine neden olmaktadır. Ayrı­ca çinko eksikliğinde infeksiyonlara duyarlılık artmıştır. Antijen uyarısına hümoral yanıt aza­lır. Timüs, lenf bezleri ve dalak hipoplaziktir.

Çinko eksikliği büyümenin hızlı olduğu dö­nemlerde, gebe kadınlarda, preterm bebeklerde, alkolik sirozda, malabsorpsiyon sendromlarında ve uzun süre parenteral beslenme uygulananlar­da görülebilir.

Günlük çinko gereksinimi yaşamın ilk 6 ayın­da 3 mg, 6 12 ay arası 5 mg dır. 1 10 yaş arası bu gereksinim günde 10 mg, erişkinde ise 15 mg dır. Besinlerde en yüksek çinko konsantrasyonu istiridyelerdedir. Daha sonra koyun, sığır, dana ve balık eti gelir. Genellikle sebze ve meyveler çok az çinko içerir.

Bakır

Metalloenzimlerin yapısında yer alan bakı­rın, metabolizmada biyokatalizör olarak pekçok işlevi vardır. Bilinen bakır metalloenzimlerinin başlıcaları, sitokrom c oksidaz, dopamin b hid roksilaz, ürat oksidaz, süperoksit dismutaz, ti rozinaz, lizil oksidaz, amin oksidaz ve askorbik asit oksidaz’dır. Bakırın demir emilimi ve hemog­lobin sentezi için gerekli olduğu bilinmektedir. Depo şeklindeki ferro efe+ + ) iyonlarının, plaz­mada transferine bağlanabilmesi için ferrik (fe+ ++) şekle geçmesi gerekmektedir. Bakır ta­şıyan kuproproteinlerden seruloplazminin bu ok sidasyonu sağlayan ferroksidaz aktivitesine sa­hip olduğu gösterilmiştir. Bakır içeren enzim sistemleri büyüme, üreme, hematopoez, kemik sentezi, miyelinizasyon, bağ dokusu sentezi ve keratinizasyon işlevleri için gereklidir.

Oral yolla alman.bakır, mide ve barsaklarm üst kısmından emilir. Ortalama emilim oranı % 40 (% 30 60) dır. Bakırın bir kısmı aktif transportla, diğer bir kısmı ise hücre içinde pro­teinlere gevşek olarak bağlanarak barsağm se röz yüzünden kana taşınır. Ca, zn, cd, mo, as­korbik asit ve fitik asit bakır emilimini azaltır, taze bitkiler ve aminoasitler ise arttırır. Bakırın başlıca ekskresyon yolu safra iledir. Günlük atı­lımın % 80’i bu yolla gerçekleşmektedir. Yal­nızca iyon şeklinde veya aminoasitlere bağlı olan bakır idrarla atılabilmektedir.

Erişkin bir insan vücudunda 100 120 mg ba­kır bulunur. En yüksek konsantrasyon karaci

Ğer, beyin, kalp ve böbrektedir. En düşük değer­ler ise endokrin salgı bezleri, kaslar ve kemikler­dedir.

Bakır eksikliğinde hipokromi, mikrosıter ane­mi ve nötropeni olur. Ayrıca klinik olarak so lukluk, deri ve saçlarda rengin açılması, seboreik dermatite benzer değişiklikler, büyüme geriliği, hipotoni, verilerin genişlemesi, psiko motor ge­rilik ve görme bozuklukları saptamr. Sütçocuk larında apne nöbetleri bildirilmiştir. Dalak ve karaciğer büyümüştür. Bakır eksikliği preterm bebeklerde, malabsorpsiyon sendromlarında, uzun süre sütle beslenenlerde ve total parente­ral beslenme uygulanan hastalarda görülebi­lir.

Menkes sendromu ve wilson hastalığı, nüt risyonel bakır eksikliğinin sözkonusu olmadığı kalıtsal bakır metabolizması bozukluklarıdır.

Sütçocukları ve küçük çocuklarda günlük bakır gereksinimi en az 50 [ig/kg, erişkinde ise 2 3 mg/gün kadardır. Besinlerden koyun ve da­na karaciğeri, balık türleri, istiridye ve yeşil seb­zeler bakırdan zengindir.

Krom

Kromun eser element olarak oynadığı role ilişkin bilgilerimizin başlangıcı farelerde yapılan deneysel gözlemlere dayanmaktadır. Torula ma­yası ile beslenen farelerde intravenöz glükoz to­lerans testinin normal diyet ile beslenenlere oran­la bozuk olduğu saptanmış ve diyetteki bu mad­deye glükoz metabolizmasındaki önemi nedeniy­le glükoz tolerans faktörü (gtfj adı verilmiştir. Daha sonra 3 değerli kromun, gtf nin aktif mad­desi olduğu gösterilmiştir. Krom, organizmada normal glükoz metabolizmasının devamı için ge­reklidir. Yapılan çalışmalar kromun ancak insü lin varlığında karbonhidrat metabolizması üze­rine etkili olduğunu ve bu elementin insülin et­kisini başlatan bir ko faktör olduğunu göster­miştir. Kromun karbonhidrat metabolizmasından başka iipid ve protein metabolizması ile bazı enzimler üzerine de etkili olduğu bilinmektedir.

Organizmaya yenilen ve içilen besinlerle giren krom, gastrointestinal sistemden emilir. İnorganik krom tuzlarının emilimi % 0.1 1.2 ora­nındadır. Buna karşın biyolojik bakımdan ak­tif kromun cgtf) % 10.25 i emilmektedir. De­mir, manganez, kalsiyum, titanyum ve fitatlar barsaktan krom emilimini azaltır, krom «chelate» lan ise kolaylaştırır. Emilen kromun bir bolü

Mü, bir betaglobülin olan transferine bağlana­rak taşınır. Radyoaktif krom ile yapılan çalışma­lar, kromun özellikle böbrek, dalak, testis, epidi dim ve kemiklerde toplandığını göstermiştir. Bira mayasından elde edilen krom tuzları özellikle ka­raciğerde toplanır. Vücutta krom havuzu (chro mium pool), karaciğerdedir. Kromun atılım yo­lu idrardır, çok az miktarda dışkı ile ve deri yo­luyla da atılabilir.

İnsanlarda krom noksanlığı durumunda glü koz tolerans testi bozulur, hiperkolesterinemi, bü­yüme geriliği, tartı kaybı, periferik nöropati, ne­gatif azot bilançosu, solunum oranında (rq) dü­şüklük, mental koıifüzyon gibi klinik ve meta bolik bozukluklar ortaya çıkar   .

Uzun süre total parenteral beslenme uygula­nan hastalarda, protein enerji malnütrisyonun da, yaşlılarda, gebe kadınlarda, diyabetiklerde, diyabetik aileden gelen kişilerde, erken koroner kalp hastalığı geçirenlerde ve bunların çocuk­larında krom noksanlığı oluşabilir.

Günlük alınması önerilen krom miktarları tablo 7.5.3  de gösterilmiştir.

Biyolojik bakımdan aktif krom en fazla bi­ra mayasında bulunur. Bundan sonra karabiber, kekik, karanfil gibi baharatlar gelir. Sebze ve meyvelerin krom miktarı düşüktür. Böbrek ve karaciğerin kromdan oldukça zengin olmasına karşın ette krom miktarı azdır.

Manganez

Manganez, mükopolisakkarid sentezinde esansiyel bir rol oynar. Ayrıca manganez hid rolaz, kinaz, dekarboksilaz, polisakkarid polime raz, galaktotransferaz, dna polimeraz ve rna polimeraz gibi birçok enzimin yapısına giren nonspesifik bir aktivatördür ve protein, karbon­hidrat ve lipid metabolizmasında etkili olmak­tadır. Manganez metalloenzimlerinden piruvat karboksilaz enzimi, piruvatm oksaloasetata dö­nüşmesini katalize ederek glükoneogenezde önemli rol oynar.

Erişkinlerde alman manganezin yaklaşık % 3 ü gastrointestinal sistemden emilir. Emilim me­kanizması iyi bilinmemektedir. Yenidoğanlarda ve preterm bebeklerde manganezin emilimi ve vücutta birikimi artmıştır. Manganez ekskres yonu genel olarak safra ile olur, bir kısmı direkt olarak barsak yoluyla da atılabilir. İdrar ile atı

Lım çok azdır. Manganez homeostazı emilim ile değil,  ekskresyon ile düzenlenir.

70 kg lık bir erişkinde total manganez mik­tarı 12 20 mg dır ve çeşitli dokulara dağılmıştır. Mitokondrilerden zengin olan dokular ile beyin ve retina gibi melaninden zengin dokularda man­ganez konsantrasyonu yüksektir. Karaciğer, pankreas, böbrek ve hipofizde manganez daha düşük konsantrasyonda ve 1 |xg/g kadardır. Kaş dokusunda ise 0.1 ıg/g manganez mevcuttur. Se­rum konsantrasyonu 1 ng/ml dir ve hemen hep­si transferine bağlanmış şekildedir.

İnsanda manganez eksikliğine ilişkin bilgi­lerimiz az olmakla birlikte eksiklik durumunda kilo kaybı, saç renginde açılma, geçici dermatit, bulantı ve kusma, saç ve sakal büyümesinde ya­vaşlama, kan kolesterol düzeyinde ve pıhtılaş­mayı sağlayan proteinlerde düşme saptanmış­tır. Gebeliğinde manganez eksikliği gösteren ka­dınların çocuklarında özellikle iskelet ve sinir sistemi anomalileri oluştuğu bildirilmiştir. Hay­vanlarda manganez eksikliğinde iskelet değişik­likleri, iç kulağın embriyonal bozukluğuna bağlı ataksi, büyüme ve beyin fonksiyonlarında geri­lik ve bozukluklar saptanmıştır. İnsanlar için ge­reksinim çok iyi bilinmemektedir. Alt ve üst sı­nırlar için yaklaşık değerler tablo 7.5.3 de veril­miştir.

Manganezin besinsel kaynakları badem, ir­mik, kurutulmuş tohumlar, karaciğer, böbrek, meyveler ve sebzelerdir. Diyetle alman manga­nez miktarı kişiyi noksanlık durumundan korur. Ancak diyette fazla miktarda süt, şeker ve rafi­ne unlar kullanılırsa, özellikle gebelerde ve ço­cuklarda alman manganez miktarı yeterli ol­maz.

Selenyum

Selenyum, oksidasyon ve redüksiyon süreç lerincle katalizör olan enzimlerin yapısında bu­lunur. Selenyum, glutation peroksidaz enziminin aktif kısmıdır.

Alman selenyumun % 35 85’i barsaktan emi­lir. Atılımın % 90 ı idrarla, % 10 u feçesledir. Vü­cutta testis, böbrek, sürrenal, dalak, karaciğer ve kalp dokularında bulunur. Plazma selenyum düzeyi 20 ıg/dl dir. Selenyum eksikliği olan hay­vanlarda alkali hastalığı (büyüme geriliği, zayıf­lama, kılların dökülmesi, sağrıların çarpılması) görülür. İnsanlarda, selenyum eksikliği saptanan

Bir vakada kas ağrıları gözlenmiştir. Çinli ço­cuklarda tanımlanan ve başlıca bulgusu kardi yomyopati olan keshan hastalığında selenyum eksikliği saptanmıştır. Sütçocuklarının ani ölüm­lerinde de (beşik ölümü) selenyum .eksikliğinin rolü olduğunu bildiren yayınlar vardır.

Uzun süre total parenteral beslenme yapı­lanlarda ve selenyumdan fakir diyet ile besle­nenlerde eksiklik görülebilir.

Erişkinler için günlük gereksinim 50 200 ıg dır. Özellikle deniz ürünlerinde, et, süt ve hubu­batta selenyum konsantrasyonu yüksektir.

Molibden

Molibden ksantin oksidaz ve aldehid oksidaz enzimlerinin esansiyel bir elementidir. Alman molibdenin % 40 100 ü idrar ile atılır. Organizma­da karaciğerde depolanır. İnsanlarda noksanlığı bildirilmemiştir. Farelerde, eksiklik durumunda hepatik ve intestinal ksantin oksidaz aktivitesin de azalma görülür.

Erişkinler için günlük gereksinimin 0.15 0.5 mg dır. Baklagiller, hububat ve özellikle buğday molibdenden zengindir.

S

Kobalt

Kobalt b12 vitamini yapısına girer. Ayrıca nükleik asit sentezinde rolü vardır. İnsanlarda

Eksikliği   bilinmemektedir.   Günlük   gereksinim erişkin için 15 mg  kadardır.

Flüor

Flüor, dişlerde ve kemiklerde kalsiyum hid roksiapatitin yapısına girer. Alman flüorun % 75 90 ı emilir. Atılımı iolrarla olur. Kemikte de­polamr. Dişlerin çürüklerden korunmasında ya­rarlıdır. Erişkin için günlük gereksinim 1.5 4 mg dır. Flüor, deniz ürünlerinde, et, su ve çayda bu­lunur. İçme sularına milyonda bir oranında flüor ilave edilmesi önerilmektedir.

Nikel

Hayvanlarda nikelin karaciğer ve nükleik asit metabolizmasında rolü olduğu, noksanlı­ğında piliçlerde dermatit, pigmentasyön bozuk­luğu, eklemlerde ve bacaklarda ödem oluştuğu gösterilmiştir.

Vanadyum

Vanadyum, in vitro deneylerde kolesterol sentezini inhibe eder. Eksikliğinde, piliçlerde ko­lesterol düzeyi düşer.

Silikon

Eser elementlerden silikonun kalsifikasyon sürecinde rolü olduğu bildirilmiştir.

Sütçocuğu beslenmesi

Gelişmekte olan ülkelerde ise yapay sütler­le beslenme batı ülkelerine kıyasla daha yakın yıllarda yayılmaya başlamış ve son 15 20 yılda bir moda şeklinde yaygınlaşmıştır. Şili, meksi­ka, filipin, singapur gibi ülkelerde ve ülkemizde elde edilmiş veriler, anne sütü ile beslenme ora­nının özellikle kentlerde giderek azaldığım ve bunun yerini endüstriyel süt formüllerinin aldı­ğını doğrulamaktadır. İstanbul’un değişik yöre­lerinde yapılmış çalışmalarda, 3 aylık bebeklerde

yalnız anne sütü ile beslenme oranımn % 9 % 33 arasında değiştiği bildirilmiştir.

Gelişmekte olan ülkelerde anne sütü ile bes­lenen bebek sayısının hızla azalması gelişmiş ül­kelere kıyasla çok daha olumsuz bir durum ya­ratmaktadır. Gereğinden fazla koyu hazırlanan sütler sindirim güçlüklerine ve ishale, aşırı sulan­dırma yetersiz beslenmeye ve beslenme bozuk­luklarına, aseptik koşullara özen gösterilmeme­si barsak infeksiyonlarına yol açar. Jelliffe’ye gö­re «gelişmemiş toplumlarda çocuğun anne sütü ile beslenip beslenmemesi, çocuğun hayatta ka­lıp kalmayacağını tayin eden en önemli faktör­dür». Aynca var olan bir besinin çocuğa ve­rilmemesi, ekonomik güçlük içinde bulunan top­lumlar için önemli bir kayıptır. Anne sütü ye­rine endüstriyel sütlerin verilmesi halinde bunun getirdiği parasal yükün düşük gelirli kesimlerde aylık gelirin 1/3 üne ulaşabildiği hesaplanmıştır.

Sütçocuğu beslenmesinde anne sütünün en uygun besin olduğu bugün çok iyi bilinmekte­dir. Anneleri, bebeklerini anne sütü ile besleme

Ye özendirmek hekimlerin ve tüm sağlık eleman­larının en doğal görevi olmalıdır.

Laktasyon (süt salgılanması ve emzirme)

Yan, özendirici bir ortamda doğum yapan ve ruh sağlığı iyi olan kadınların hemen tümünde lak­tasyon başarılı olur.

Anne sütü ile beslenmenin yararları çok yön­lüdür. Anne sütü bebeğin besinsel gereksinimle­rini en iyi şekilde karşılayan mikropsuz, temiz, hazırlama gerektirmeyen, aileye ekonomik yük olmayan bir besindir. Anne sütü ile beslenen çocukta allerjik reaksiyonlar hemen hiç görül­mez. Ayrıca, emzirme ile anne sütünde bulunan immünolojik ve antimikrobial maddelerin, bazı hormonların, büyüme faktörlerinin, bazı sindi­rim enzimlerinin çocuğa geçişi sağlanır. Bunun dışında annenin bebeğini kendi sütü ile besle­mesi, anne çocuk yakın ilişkisinin en iyi şekilde kurulmasını sağlar. Emziren kadınlarda daha fazla olan oksitosin salgısı uterusun kontraksi yonunu uyarır ve doğum sonu kanamalarını ön­ler. Anne sütünün bir ölçüde yeni bîr gebelikten koruyucu etkisi de vardır.

Anne sütünün besinsel özellikleri

Laktasyonun 3 4 cü aylarında süt salgısı do­ruk miktarlara (750 800 ml/gün) ulaşır. Bu ha

Cim, 4. Ayın sonuna kadar bebeğin gereksinimini rahatça karşılar. Annenin daha fazla süt ürete­bildiği ya da bebeğin enerji gereksiniminin nis beten az olduğu durumlarda doğal beslenme 6. Ayın sonuna kadar uzatılabilir. Bebeğin günlük veya haftalık tartı alma hızı, anne sütünün mik­tarca yeterliliğinin en iyi göstergesidir.

Anne sütünün bileşimi laktasyonun değişik dönemlerinde, öğün süresinde, günün değişik saatlerinde farklılıklar gösterir. Ayrıca erken doğum yapan kadınların sütleri de miadında do­ğuranlara kıyasla farklı bileşimdedir. Bu değiş­kenlik genelde çocuğun gereksinimleri doğrultu­sundadır. Örneğin öğün sonunda anne sütünün yağ içeriği, öğünün başlangıcına kıyasla daha fazladır. Öğün sonundaki bu bileşim değişik­liği çocukta doygunluk hissi yaratarak memeyi bırakmasına neden olur. Bu durum, aşırı şiş­manlığı önleyici bir doğa önlemi olarak açıklanır. Keza doğumdan sonraki ilk günlerde salgılanan «ağız sütü» veya kolostrum adı verilen sıvı, ol­gun süte kıyasla enerjiden daha fakir olmasına karşın bağışıklık maddelerinden daha zengin­dir. Bu özelliği ile anne sütü, infeksiyonlara çok duyarlı olan yenidoğan bebeğin hastalıktan ko­runmasına yardımcı olur.

Değişik hayvan sütlerinin protein içeriğinin farklı oluşu, yavruların büyüme farklılıklarına bağlanmaktadır. İnsan yavrusunda postnatal bü­yüme hızı hayvanlara kıyasla çok yavaştır. Ka* dm sütünün protein konsantrasyonu total nitrojen olarak ölçüldüğünde 1.2 g/dl dir. Bunun yaklaşık % 25’i nonprotein nitrojenden oluşur. Bu fraksi­yonun vücutta kullanılabilirliği henüz iyi bilin­memektedir. Kullanılabilir besin olarak bilinen protein miktarı 0.9 g/dl dir. Barsaktan emilmeyen fraksiyonlar da dikkate alındığında, anne sütün­den bebeğin vücuduna geçen protein miktarı 0.7 g/dl olarak hesaplanmaktadır. İnek sütünün pro­tein içeriği ise 3.5 g/dl dir. Tablo 7.6.3 de anne sütü ve inek sütünün protein içeriği verilmiştir.

Sütlerde bulunan iki ana protein «whey» ola­rak adlandırılan ve 6 alt gruptan (alfa laktal­bumin, beta laktalbumin, laktoferrin, serum al bumin, lizozim ve immunoglobulinler) oluşan proteinler ile kazeindir. Kazein de alfa, beta ve gamma kazein olmak üzere bileşimi farklı 3 alt gruptan oluşur. Kadın sütünde total proteinin % 70 80 i whey proteinlerinden oluşur. İnek sütünde ise kazein hakim proteindir, whey proteinleri   yalnızca    % 20 30   oranlarındadır.

kadın sütünde beta laktoglobulin bulunmaz. Alfa laktalbumin kadın sütünün başlıca whey proteinidir. Ayrıca kadın sütü laktoferrin ve ıga dan zengindir. Bir miktar da lizo­zim içerir. İnek sütü ise alfa laktalbuminin ya nısıra insan yavrusu için ântijenik olabilen be­ta laktoglobulin içerir. Buna karşın inek sütün­de lizozim hiç yoktur, laktoferrin ise çok az mik­tardadır. Whey proteinler, insan yavrusu için besinsel değeri yüksek proteinlerdir. Bol miktarda esansiyel aminoasit içerirler. Bu proteinlerden zengin sütlerle beslenen bebeklerde nitrojen re tansiyonunun yüksek olduğu gösterilmiştir.

Kazein mide ph sında kaba parçacıklar ha­linde pıhtılaşır. Kadın sütündeki kazein inek şü tündekine kıyasla daha küçük pıhtılar oluşturur ve sindirimi daha kolaydır. Kadın sütünün sistin içeriği inek sütünden iki kez fazla, metionin/sis tin oranı çok düşüktür. Organizmada metioninin sistin’e dönüşmesini sağlayan sistationaz enzi­minin sentezi yenidoğan döneminde yeterli de­ğildir. Bu nedenle sistin’in yenidoğan bebek için esansiyel bir aminoasit olduğu kabul edilir. Ka­dın sütünün yüksek sistin içeriği bu esansiyel aminoaside olan gereksinimi karşılar. İnek sütün­de 2.72 olan metionin/sistin oranı, kadm sütün­de 0.69 dur. Kadın sütünün tirozin ve fenilala ninden fakir oluşu da henüz bu aminoasitleri metabolize edebilme yeteneği kısıtlı olan yeni

344

Doğan organizmasında bu aminoasitlerin biriki­mini önlemek açısından yararlıdır (tablo 7.6.4).

Kadın sütünde nonprotein nitrojen, total pro­tein içeriğinin % 35 ini oluşturur, inek sütüne kıyasla bu oran çok yüksektir. Nonproteinik azot, serbest aminoasitler, üre, kreatinin, kreatin, karnitin, ürik asit ve amonyaktan oluşur. Ser­best aminoasitlerden taurin, kadın sütünde inek sütüne kıyasla çok yüksek miktarlarda bulunur. Taurin, kadın sütünde bulunan ve «growth mo dulators» olarak bilinen büyümeyi düzenleyici faktörlerden birisidir. Büyümeyi düzenleyici fak­törler, hücrelerin proliferasyonu ve diferansiyas yonu üzerine etkin ve bazı spesifik fonksiyonla­rın kazanılmasına yardımcı oldukları düşünü­len bazı maddelerdir. Metionin ve sistin meta­bolizmasının bir ürünü olan taurin’in safra asitlerinin konjügasyonundaki rolü uzun zaman­dan beri bilinmektedir. Son yıllarda taurin’in hücre membranlarının stabilitesini sağlamada, ayrıca retinanın gelişmesinde önemli rol oyna­dığını gösteren çalışmalar bildirilmiştir.

Kadın sütünün yağ içeriği, bir kadından di­ğerine büyük farklılıklar gösterir. Yağ içeriğin­deki farklılıklar, sütün enerji içeriğinin de fark­lı oluşunu açıklar. Kadın sütünün ortalama ener­ji değeri 69 kcal/100 mi olarak kabul edilmekle birlikte bu değer 60 80 kcal/100 mi arasında oy­nayabilir.  Emzirme  sırasında yağ  konsantras

Kadın sütünün laktoz içeriği de inek sütüne kıyasla yüksektir. Laktoz barsaktan kalsi­yum emilimini kolaylaştırır ve barsakta lak tobasil (bifidobakteri) florasının gelişmesini sağ­lar.’ bu floranın içerdiği «bifidus faktörü» etki­siyle çocuğu gastroenteritten korumada yarar­lı olduğu bazılarınca ileri sürülmekte ve bifi­dus faktörü «büyümeyi düzenleyici faktörler» grubuna sokulmaktadır.

Rinde bu değer 92 105 mosm/1 arasında değişir. İnek sütüne özgü yüksek fosfat/kalsiyum oranı, yenidoğanda geç hipokalsemi nedenidir. Laktas yonun ilk günlerinde kadın sütünün sodyum içe­riği olgun süte kıyasla çok daha yüksektir.

Eser elementler yönünden de kadın sütü inek sütünden bazı farklılıklar gösterir. Daha az demir ve magnezyum içerir, buna kar­şın bakır konsantrasyonu daha yüksektir. Ko. Lostrumun bakır, demir ve çinko konsantrasyo­nu olgun sütten fazladır. Anne sütünde bulunan demirin ve çinkonun çocuk tarafından kullanıla­bilirliğinin (bioavailability) çok yüksek olduğu ve bu maddelerin az miktarlarda bulunmalarına karşın ilk aylarda çocuğun gereksinimini karşıla­maya yeterli oldukları gösterilmiştir. Anne sü­tündeki demirin % 70 80 gibi çok yüksek bir oranı barsaktan emilebilmektedir. Formül sütle­rinde bulunan demir için bu oran % 3 4 dola­yındadır.