Çocuklarda E vitamini (tokoferol’leri)

Plazmada e vitamini lipoproteinlerle taşınır, bu nedenle lipoproteinleriıı miktarının değişme­si plasma tokoferol miktarını da etkiler. Bu yüz­den insanlarda e vitamini düzeyinin değerlen­dirilmesinde (e vitamini/total lipid) oranı en güvenilir değer olarak kabul edilmektedir.

Hücre solunumu ve nükleik asit sentezinde ki olası rolü yanında e vitamininin en belirgin özelliği antioksidan bir madde oluşudur. Vita­min e oksijeni süratle kabul eder, böylece oksi­jen etkisi ile parçalanabilecek veya değişebile­cek vücut bileşimlerini korur. Doymamış yağ asitleri ve hücre organellerinin membranlarmda bulunan vücut lipidleri oksidasyona ve ardından bozulmaya açıktır. A vitamini de ince barsak­iarda oksidasyondan etkilenir. E vitamini ince barsakta a vitamininin oksidasyonunu önler. Doymamış yağ asitlerinin oksidasyonunu azal­tarak normal hücre zarları oluşumuna yardım eder. E vitamininin biyolojik antioksidan etkisi non spesifik olabilir. Selenyumun da benzer et­kisi gösterilmiştir.

E vitamini prostaglandinlerin sentezinde, trombositlerin agregasyonu ve homeostazmda rol oynamaktadır. Pretermlerde retrolental fib roplazi oluşumunun e vitamini ile ilişkili olabi­leceği düşünülmektedir. E vitamini hemolize karşı eritrositleri korur. E vitamini eksikliği olan pretermlerde hemolitik anemi gelişir. Normal üreme olayı için hayvanlara gerekli olduğu ka­bul edilir.

Oksidasyon ajanları, ozon ve doymamış yağ asitleri e vitamini gereksinimini arttırır, selen­yum ve sülfürlü bileşikler ise gereksinimi azal­tır.

Günlük gereksinim miadında doğmuş süt çocukları için 0.5 mg tokoferol eşdeğer birimi/ 100 kcal, veya 0.7 iü/kcal olarak kabul edilir. Pretermler için gereksinim bilinmemektedir. De­mir ve linoleik asit, e vitamini gereksinimini arttırır.

Yenidoğanda ve sütçocuklarında e vitamini fazlalığına bağlı  toksiketki     bilinmemektedir.

Hayvanlarda ve erişkin kişilerde yüksek doz e vitamini ile k vitamini aktivitesinin bozulduğu, pıhtılaşma zamanının uzadığı, çok yüksek doz­larda hipertansiyon, tromboflebit, pulmoner em boli, kadınlarda hipotiroidi ve serum trigliserid lerinde artma olduğu bildirilmiştir.

Vitamin e yiyeceklerde geniş bir şekilde da­ğılmıştır. Bitkisel yağlar (mısır, soya, pamuk to­humu ve margarin) en önemli kaynaktır. Tam taneli hububatlar, baklagiller, fındık, ceviz gibi kabuklular ve koyu yeşil bitkiler de e vitaminin­den zengindir.

Çocuklarda K vitamini

K vitamini gereksinimi tam olarak bilinme­mektedir. Yeşil yapraklı sebzeler bu vitaminin iyi kaynaklarıdır.

Yenidoğan bebekte henüz barsak florası oluşmamıştır ve ince barsakta k vitamini sentezi yapılamaz. Ayrıca, diğer yağda eriyen vitamin­lerden farklı olarak yenidoğan bebeğin k vita­mini deposu yoktur. K vitaminine bağımlı koa gülasyon faktörlerinde (faktör ıı, vıı, ıx ve x) postnatal azalmayı önlemek amacıyla doğum­dan hemen sonra her yenidoğana 0.5 1 mg kx vi­tamini kas içine ya da 1 2 mg ki vitamini ağız yoluyla verilmelidir. Genellikle tek doz yeterli dir.

Sentetik k vitamininin (menadion ve türev­leri) yüksek dozda alınması hemolize ve pre term bebeklerde beyin ve medulla spinaliste saf­ra pigmentlerinin birikmesine neden olur. Do­ğal k vitamininin bu yan etkileri yoktur.

C vitamini (askorbik asit)

Yeterli bir diyetle vücut dokularında nor­mal bir askorbik asit satürasyonu elde edilir. Uygun bir diyetle yetişkin vücudundaki depo miktarı 600 ile 1500 mg arasındadır. Eğer birey hiç c vitamini almazsa bu depo 20 ile 50 günde kullanılır. Dokularda miktar azalmca böbrekler bunu kompanse etmeye çalışır. İdrarla çok az askorbik asit atılarak gereksinim günde 10 mg a kadar indirilebilir. Günlük gereksinim çocuk­larda 35 mg ile 50 mg arasındadır.

Besinlerde c vitamini kaynakları bitkiler ve meyvelerdir. Sağlıklı bir annenin sütünde küçük bebek için yeterli c vitamini vardır. Pastörize sütte çok az miktar c vitamini vardır. Pişmemiş taze meyve ve sebzelerin hepsi c vitamini içerir. Portakal, greypfrut, mandalina ve limon c vita­mininden zengindir. Şeftali, elma, armut, muzda az bulunur. Karışık salata veya taze hazırlan­mış lahana salatası veya taze domates çok iyi kaynaklardır. Patates az c vitamini içerir. Don­durulmuş sebze ve meyveler, tazeyken var olan vitamin c nin pek çoğunu içerirler. Buna kar­şılık kurutulmuş besinlerde çok az vitamin bu­lunur.

Askorbik asit kolesterolden sürrenal steroid hormonlarının sentezini hızlandırır. Bu hormon­lar stres ile normalden fazla salgılandığı için gereksinim, yanık, kırık ve cerrahi olaylar gibi stres durumlarında artar. C vitamini, optimal doku satürasyon düzeyinde infeksiyonlara di­renç sağlar. Soğuk algınlığından korunmadaki rolü tartışmalıdır. Ancak özellikle bakteriyel in feksiyonlar ve vücut ısısının yükselmesi doku­yu c vitamininden yana fakirleştirir ve daha fazla   c  vitamini  alınmasını  gerektirir.  Tüberr

Külozlu, pnömonili ve romatizmal ateşli hasta­larda daha fazla miktarlara gereksinim vardır. Sülfonamid, salisilat ve kortikosteroid gibi bazı ilaçlar c vitamini atılımını arttırır. Sigara iç­mek de aynı etkiyi gösterir. C vitamininin gün­de 1 5 g gibi yüksek dozlarda alınmasının eği­limli kişilerde oksalik asit böbrek taşlarına ne

Den olduğu bildirilmektedir. Yüksek doz c vita­mini ile bi2 vitamininin emiliminin ve metabo­lizmasının bozulduğunu ve ilave bi2vitamini verilmesi ile bu durumun düzelmediğini belirten yayınlar vardır. Bütün vitaminler gibi bu vita­minin de aşırı miktarlarda alınmasına gerek yoktur.

Mineraller

Hidrojen, karbon, nitrojen, oksijen ve kükürt dokuların yapısını oluşturan elementlerdir. Bu grup elementler vücut hücrelerinin, vücut sıvı­larının, proteinlerin, yağların, karbonhidratların ve nükleik asitlerin ana yapı birimleridir. Mak

Romineraller olarak bilinen ikinci grupta sod­yum, magnezyum, potasyum, fosfor, klor, kalsi­yum bulunur. Bu iki grup elementlerin varlığı bir taraftan hücrede membran stabilitesini, bir taraftan elektrokimyasal süreçler için gerekli iç ortamı sağlar. Üçüncü grup elementler ise enzim sistemlerinin ve özel taşıyıcı proteinlerin yapı­sında bulunan elementlerdir. Eser elementler bu üçüncü grupta yer alır. Son yıllarda bu kavram­lar yeniden gözden geçirilmiş ve günlük gereksi­nimi bir miligramın üstünde olanlar makroele ment, altında olanlar ise mikroelement veya eser element olarak tanımlanmıştır.

Mineraller, insan veya hayvan dokusu ya­kıldığında kül halinde geriye kalan maddeler olarak tanımlanır. Elementlerin en basit inorga­nik şekilleridir. Vücut ağırlığının yaklaşık % 4 ünü mineraller oluşturur. Mineraller vücutta ve besinlerde tuzlar, organik ve inorganik bile­şikler halinde veya iyon şeklinde bulunurlar. Sodyum klorür ve kalsiyum sülfat en önemli tuzlardır. İyonize mineraller vücut sıvılarında bulunur. Fosfoproteinler, fosfolipidler ve hemo­globin moleküllerinde mineraller, organik bileşik­ler şeklindedir. Tiroksin molekülü dört atom iyod içerir. Fosfor, karbonhidrat, yağ ve prote­inlerin; kükürt ise bazı aminoasitlerin ve enzim­lerin yapısına girer. Çoğunluğu eser element grubundan olan metal iyonlar enzimlerin bile­şimine girerek veya aktivitelerini sağlayarak vü­cut işlevlerinde önemli rol oynarlar.

Tablo 7.5.2 ve 7.5.3 de makromineraller ve eser elementler için önerilen günlük miktarlar, tablo 7.5.4 de elektrolitler için önerilen miktar­lar ‘verilmiştir.

Makromineraller

Kalsiyum insan vücudu için en önemli ele­mentlerden birisidir. Vücut kalsiyumunun % 99 u iskelet sistemindedir. Geriye kalan kalsiyum kanda, ekstrasellüler sıvıda ve eser miktarlarda doku hücrelerinin içinde bulunur.

Kemik dokusu % 40 amorf kalsiyum fosfat ve kalsiyum karbonat, % 60 kristalize kalsiyum hidroksiapatit komplekslerinden oluşmuştur. Kalsiyum hidroksiapatit kristallerinin bileşimi caıo tpo,t) fl (oh) 2 şeklindedir. Bu kristallerin magnezyum, fluor, sodyum, strontium, radyum ve kurşun gibi elementleri tutabilme özelliği vardır. Bu özellik taze kemik dokusunda daha belirgindir ve fluor, kurşun gibi elementler yö­nünden klinik önem taşır. Dişlerin ana yapı bi­rimi de kalsiyum kompleksleridir.

Vücutta total kalsiyum miktarı fetal yaşa­mın son iki ayında ve ergenlik döneminde en belirgin olmak üzere çocukluk boyunca artar. Erişkinde vücutta bulunan kalsiyum miktarı boy uzunluğu ile ilişkilidir ve 770 1290 g arasında değişir (kadınlarda ortalama 830, erkeklerde 1210 g).

İskelette kalsiyum, kimyasal ve fiziksel açı­dan iki değişik şekilde bulunur. Kemik dokusun­da bulunan kalsiyumun önemli bölümü «değiş­meyen kalsiyum» şeklindedir. Değişmeyen kal­siyum, kemikten hemen açığa çıkarılamaz ve kalsiyum regülasyonunda rol oynamaz. Kemik­te bulunan «değişebilen kalsiyum» ise ekstrasel lüler sıvı ile dinamik bir denge durumundadır ve kalsiyum metabolizmasını düzenleyen hor­monların etkisi ile kan kalsiyum düzeyinin sa­bit tutulmasında kaynağı oluşturur. Besinlerle alınan kalsiyum yeterli olursa çabuk değişebi­len kalsiyum yedek olarak saklanır. Vücudun artan gereksinimini (gebelik, süt verme, büyü­me) karşılamak için kullanılır. Eğer yedek yok­sa, değişmeyen kalsiyum olan kemik kalsiyumu da kana geçebilir.    Kalsiyum yetersiz miktarda

Alınırsa bu durum kemik yapısında değişiklikle­re neden olur.

Vücutta diğer dokular gibi kemik dokusu da sürekli olarak yapılır ve yıkılır. Sağlıklı bir erişkinde bu olaylar dengelidir, her gün yakla­şık 600 700 mg kalsiyum kemiklere girer ve çı­kar. Çocukluk yaşlarında kemik sentezi, yıkı­mından fazladır. Yaşlılarda ise yıkım artar. Ke­mik kaybı her iki cinste 50 yaşından sonra baş­lar ancak kadınlarda daha çabuk ilerler.

Kanda kalsiyumun % 55 i iyonize şekilde­dir. Fizyolojik bakımdan aktif olan bu iyonize fraksiyondur. Kalsiyumun % 33 ü proteinlere bağlıdır, % 12 si ise sitrat, bikarbonat, fosfat gibi organik moleküllerle kompleksler yapar.

Şekil 7.5.1 de kalsiyumun vücuda giriş çıkışı ve dağılımı  özetlenmiştir.

İyonize kalsiyum sinir sisteminde ve nö romüsküler plakta elektriksel uyarının ileti­minde rol alır. Hormonal uyaranların hücresel düzeyde c amp sistemi aracılığıyla algılanması ve taşınması da kalsiyum iyonlarını gerektirir. Değişik dokularda enzim aktivitelerinin dü­zenlenmesinde de kalsiyum iyonları etkendir. Ge­rek doku düzeyinden (ekstrensek), gerek damar içinden (intrensek) başlayan pıhtılaşmanın ta­mamlanması için de ıv. Faktör olarak kalsiyum iyonlarına gereksinim vardır. Vücudun savun­ma işlevinde antikor antijen etkileşimlerinin pek çoğunun da kalsiyum iyonlarına bağımlı ol­duğu gösterilmiştir.

Besinlerle alman kalsiyumun % 20 30 u ince barsaktan emilerek vücuda geçer. Barsaktan kalsiyum emilimini sağlayan en önemli etken d vitaminidir. Günlük kalsiyum gereksiniminin

Arttığı veya diyette kalsiyumun az olduğu du­rumlarda barsaklardan emilen kalsiyum oranı artar. Bazı aminoasitlerin ve laktozun da kalsi­yum emilimini arttırıcı etkisi vardır. Yağlar, fos­fat, oksalik asit, fitik asit ile alkali ortam kal­siyum emilimini engeller. Kalsiyumun vücuttan atılımı başlıca dışkı ve idrar yoluyla olmakta­dır. Ter ile de az miktar kalsiyum atılır. Dışkı­daki kalsiyumun çoğu emilmeyen kalsiyum, az bir bölümü de sindirim sıvılarıyla barsağa dökü­len kalsiyumdur.

Kalsiyumun ana besinsel kaynağı süt ve sütlü maddelerdir. Yumurta sarısının ve yeşil yaprak­lı sebzelerin de kalsiyum içeriği yüksektir.

Erişkin vücudunda organik ve inorganik bi­leşikler şeklinde yaklaşık 600 900 g fosfat vardır. Fosfor, vücuttaki tüm minerallerin % 22 sini oluşturur. Fosforun yaklaşık % 80 i erimeyen kalsiyum fosfat (apatit) şeklinde dişlerde ve ke­miklerde bulunur. Kalan % 20 si metabolik açı­dan çok aktiftir. Organik fosfat yapısal element olarak proteinlerin, yağların, kar­bonhidratların ve nükleoproteinlerin bileşiminde bulunur. Hücresel düzeyde enerji değişimlerin­de organik fosfat molekülleri olan adenozin tri fosfat adenozin difosfat (atp adp) önemli rol oynar. İnorganik fosfor ise kalsiyum ile birlikte kemik dokusunun ana elementidir. Kalsiyum metabolizması ile ilişkili olan fosfat dolaylı olarak pek çok hücresel işlevi etkilemek­tedir. Plazmada asit baz dengesinin ayarlanma­sında inorganik fosfor önemli bir iyondur. B vitaminlerinin çoğu fosfatla birleştikleri zaman koenzim olarak fonksiyon görürler.

335

Fosforun ana besinsel kaynakları kalsiyum içeren ürünlerdir (süt, peynir, yumurta sarısı gibi). Kalsiyumdan fakir olmakla birlikte et, kuru yemişler, hububat ve yeşil sebzeler zengin fosfat kaynaklarıdır.

Besinlerle alman fosforun yaklaşık % 50 70 i emilir. Anne sütündeki fosforun % 85 inin emi lebildiği gösterilmiştir.

Fosforun emilimi diyetteki kalsiyum miktarı ile ters orantılıdır. Alüminyum ve magnezyum içeren antiasit ilaçların da fosfor emilimi üzeri­ne olumsuz etkisi vardır.

Deneysel çalışmalar dışında insanlarda fos­for eksikliği sözkonusu değildir. Plazma fosfat düzeyi erişkinde 3.0 4.5 mg/dl (çocuklarda daha yüksek) civarındadır ve kalsiyum dengesini ayarlayan d vitamini, paratiroid hormon ve kal sitonin üçlüsü plazma fosfor düzeyini de düzen­ler. Fosforun vücuttan atılımını üstlenen sistem ise böbreklerdir.

Magnezyum

% 50 si kalsiyum ve fosforla beraber kemik­lerde, % 25 i kaslarda, geri kalanı yumuşak do­kularda ve vücut sıvılarında olmak üzere eriş­kinde vücutta yaklaşık 25 g magnezyum vardır.

Magnezyum, protein sentezi sırasında enerji oluşumu ve enerjinin transferinde, kas kasılma­sında ve sinir eksitabilitesinde rol alır ve çeşitli enzimlerin kofaktörü olarak önemlidir. Benzer fonksiyonları olan mg ve ca birbirlerini anta gonize edebilirler. Fazla miktarda mg kemik kal sifikasyonunu önler. Kas kasılmasında kalsiyum uyarıcı, magnezyum gevşeticidir. Fazla miktar­da ca ise mg yetersizliğinde görülen belirti­leri verebilir. Mg özellikle hücre içi ortam­da önemli bir elementtir. Kalsiyumun hücre membrammn bütünlüğünün korunmasında yük­lendiği görevi, magnezyum hücre içinde mito­kondrial membranm bütünlüğünün sağlanma­sında üstlenir. Hücrede hem anaerobik glikoliz, hem de oksidatif fosforilizasyon gibi metabolik

Süreçler mg iyonlarının varlığını gerektirir. Hücre içi çeşitli enzim sistemleri (başta adenilsiklaz olmak üzere) magnezyum iyon­larına bağımlı çalışır. Hücre çekirdeğinde dna’ nın hem yapım ve hem de stabilitesi için mg iyonlarına gereksinim vardır. Sinir sistemi ve nöromüsküler plakta uyarı, iletimini ca iyonları yanında mg iyonları da etkiler.

Magnezyum kuru yemişler, soya fasulyesi, hububat ve yeşil sebzelerde bol miktarda bulu­nur. Yenidoğan dönemi dışında eksikliğine uzun süren kusmalar ve ishaller dışında pek rast­lanmaz. Besinlerle alınan magnezyumun % 24 85 i emilir. Plazma mg düzeyi erişkinde 1.5 2 meq/l (0.71 0.96 mmol/1) arasındadır. Vücuttaki magnezyum dengesine paratiroid hormon, tiro id hormonları ve aldosteronun etkili olduğu dü­şünülmektedir. Deneysel olarak kalsiyumun bar saklardan emilen magnezyum oranını azalttığı gösterilmiştir. Diyette ca miktarı azaldıkça mg emilimi artar. Magnezyumun vücuttan atılımı böbrekler yoluyla olur. Renal geri emilim de kal­siyumun geri emilimi ile ters orantılıdır.

Sodyum, klor ve potasyum

Vücutta birbirleriyle çok yakın ilişkileri olan bu maddeleri birlikte incelemek daha uy­gundur. Vücudun tüm minerallerinin % 2 sini sodyum, % 5 ini potasyum ve % 3 ünü klor oluş­turur. Sodyum ve klor daha çok ekstrasellüler sıvılarda, potasyum ise intrasellüler bölümde bulunur. Sodyum ve klorun vücutta en önemli fizyolojik fonksiyonları osmotik dengenin ve asit baz dengesinin düzenlenmesindeki rolleri­dir. Kasların normal işlevlerinde potasyumun önemli rolü vardır.

Bu mineraller barsak sisteminden kolayca emilirler, dışkı, idrar ve terle atılırlar. Doğada ve normal diyette bol miktarda bulunurlar. Sağ. Lıklı bir kişide yetersizliklerine rastlanmasa bile sodyum fazlalığı görülebilir.

Her üç iyonun homeostazı sürrenal kor teks ve ön hipofiz hormonları kontrolündedir ve renal mekanizma ile sağlanır.

Kükürt   (sülfür)

Vücutta kükürt sistin, sistein ve metionin adlı aminoasitlerde bulunur. Bu aminoasitler bütün proteinlerin bileşimine girmekle birlikte özellikle deri ve saç keratininde ve insülinde yaklaşık % 3 4 oranında bulunurlar. Glutation, sistein içeren bir tripeptiddir. Kükürt, sisteinde

İndirgenmiş şekilde (sh) ve şistinde ise okside olmuş şekilde c s s ) bulunur. Heparinde, ke­mik ve kıkırdakta bulunan kondroitin sülfat ile tiamin ve biotin vitaminleri de kükürt içerir. Arseniğin zehirleyici etkisi sulfidril grupları ile birleşmesine bağlıdır.

Kükürtün besinsel kaynakları et, balık, ta­vuk, kükürt^ süt, peynir ve baklagillerdeki pro­teinlerdir.