INFEKSIYON HASTALIKLARININ GENEL BELİRTİ VE BULGULARI

İnfeksiyon hastalıkları tedavileri mümkün olan hastalıklardır. Büyük bir kısmı uygun tedavi edildiklerinde hiç bir sekel bırakmadan tam şifa ile sonlanırlar.

Çok sık görülmeleri, uygun tedavi verildiğinde tam şifa ile sonuçlanmaları, tedavi edilemediklerinde ise sık ölümlere yol açmaları nedeni ile infeksiyon hastalıkları bütün hekimler tarafından kolaylıkla tanınıp tedavi edilebilmelidirler.

İnfeksiyon hastalıklarının semptom ve bulguları, değişik infektif ajanlarla ortaya çıkmaları ve vücutta hemen hemen bütün organlarda infeksiyon hastalıkları gelişebilmesi nedeni ile çok çeşitlidir. Ateş gibi bazı bulgular Infektif ajanın cinsine ve infeksiyonun lokalizasyonuna bağlı olmaksızın görülen genel bulgulardır. Bazı semptom ve bulgular ise infektif ajan ya da infeksiyon lokalizasyonuna göre değişiklik gösterirler.

İnfekşiyon_hastalüdarının seyri şırasında hplH dönemler vardır^ “”İnkübasyon Dönemi: Hastalık etkeninin vücuda girmesinden, hastalık belütüerjnin ortaya çıkmasına^kndar geçen dönemdifT .Süre mikroorganizmanın türüne, sayısına, virulansma ve kişinin ^direnç durumuna&öre değişir^.

înkübasyon döneminin bilinmesi salgınlarda çok önemlidir. Hasta ile temas eden, infeksiyonu alması muhtemel kişiler tecrid edilerek hastalığın yayılması önlenebilir. Ayrıca bu hastalara profilaktik tedaviler uygulanıp hastalığın önlenmesi ya da hafif geçirilmesi sağlanabilir. Kuduz, tetanoz, hepatit hastalığı için bu dönemde immunglobulin ve/veya aşı yapılması verilebilecek örneklerdir.

Prodrom Dönemi: İnkübasyon dönemi bitiminden tipik klinik bulgular başlayıncaya kadar olan süredir. Başlangıç ve bitiş zamanlan için kesin bir süre verilemez. Çoğu zaman gelişen Minik

dönem ile iç içe girmiştir. Genellikle bir kaç gün sürer. Bu dönemde, baş ağrısı, ateş, iştahsızlık, halsizlik, bitkinlik, sırt ve ekstremite ağnian, bulantı, kusma gibi sistemik belirtiler görülür. İnfeksiyonun giriş yerine göre, ciltte lokal şişlik ve kızarıklık, boğaz ağrısı, nezle, irritatif öksürük gibi lokal semptomlar da olabilir.

Klinik Bulgular Dönemi: Hastalıktan hastalığa değişmek üzere aşağıda gözden geçirilen sistemlere ait bulguların bir ya da birkaçı infeksiyon hastalıklar seyri sırasında bu dönemde gözlenir. Bunların bir kısmı pek çok hastalıkta görülen çok spesifik olmayan, bir kısmı ise o hastalığa tanı koyduracak patognomonik bulgulardır. Süre yine hastalıklara göre değişmektedir.

Klinik bulgular dönemi sonunda hastalık ölüm ya da şifa ile sonuçlanır. Şifaya giden hastalarda, klinik belirtileri düzelme dönemi (Defervessans) takip eder. Bu süre bir kaç gün ya da hafta sürebilir. Bundan sonra geçirilen infeksiyonun şiddetine göre bir nekahat (Konveîesans) dönemi vardır. Takiben de eğer varsa erken veya geç komplikasyonlar dönemi geçirilip bir infeksiyon hastalığının normal seyri tamamlanır.

Klinik seyir her zaman bu klasik dönemleri göstermez. Etken mikroorganizmanın özellikleri, hastanın daha önceden bağışık olması ya da genel vücut direnci gibi bazı faktörler nedeni ile bir kısım infeksiyonda klinik bulgular tam olarak gözlenmez. Buna “Aborüf İnfeksiyon” denir. Ayrıca erken ve uygun klinik tedavinin verilmesi ile de infeksiyon hastalıklarında görülen semptom ve bulgularda değişiklikler meydana gelebilmektedir.

İnfeksiyon hastalıklarında en önemli ve en sık görülen belirti _ateştir. Ateş vücut ısısının rektal ölçümle, 38.3° C ve üzerinde olması halidir, insan vücudunun normal ısısı koltuk altı ve ağızdan flfi.4 tta 36.9°’tır. .Rgktal ısı bundan 1°C daha fazladır. Sağlam kişilerde çevresel faktörler ve metabolizmaya bağlı olarak günlük 0.5 ile 1°C ısı değişiklikleri olabilir. Günlük ısı düzeyi kadınlarda erimeklerden biraz daha yüksektir.

oluşan ekzojen piroien maddelerin en bilinenleri gram-negati£ bakterilerin lipopoTisakkarit yapılan (Endotoksin)^ gram-pozitif bakteri {nkfiip1erj. Endotoksin 2ng/kg kadar düşük dozlarda bile intravenöz olarak verildiğinde âteşe nederTölur. Ekzoien pirojenler değişik fızikokimyasal yapılardadır. BÛ nedenle her birinin direkt olarak hipotalamusu etkileyerek ateşe neden olmalan beklenemez, jgiı mariHpİpr Haha ?iyade vücutta sentezlenen endojen j}irj^fn marifHnin yapımı ve salınımına^neden olarak ateşi_ yükseltirler. Endoj en pürolenler^tjrnulus geîdigrzâman lagösitik ^hücreler aralmdan sentezlenir ve salınırlar. Karaciğer Kupiler TıücFeleıt. alveolar makrofajlar, dalak sinuzoid hücreleri görevi esas olarak verine getiren hücrelerdir. Endojen pirojenler anterior. hipotalamusun bu fonksiyonla ilgili bölgesi olan preoptik alanı ei-klleyeiek ısı arümına neden olurlar. Son yıllarda endojen piroj enlerin özellikle E serisinden” prostaglandinler aracılığı ile etkili olduğu gösterilmiştir. Antipiretik ajanlann çoğunun prostaglandin sentez inhibitörlerinin olması bu bulguyu destekler niteliktedir. Ateş oluş mekanizması Şekil I’de gösterilmiştir.

Yeni Termostad

AnteriorVasomotor Merkez

HipotalamusPeriferal taşıyıcılar

Endojen Pirojenler Isı Tasarrufu

(İnterleukin I)Isı yapımının artması

(İnterleukin II)

(Tümör Nekrosis Faktör)

Fagosit

Aktivasyonu

tmp231D-1.jpg

Fagosit

İnfeksiyon

Ekzojen Pirojenler 

İmmünolojik Reaksiyonlar

Şekil I. Ateş oluş mekanizması.

Ateşi olan hastalar sıcak veya soğuk hissetme, baş ağnsı, miyalji, artralji, genel halsizlik, bitkinlik gibi sübjektif belirtilerden yakınırlar. Ateşli hastalarda solunum sayısı, nabız basıncı ve nabız sayısı artar. Genel olarak nabız sayısındaki artış her 1°C için 10-20 atım/dk dır. Bunun aksi durumlar vardır. En bilinen örneği de enterik ateştir.

Ateş dört_ç1fineırı

1. Prodromal ririneTn fHnherril: Halsizlik,, hitldnlilc vnrriir

2.  IlrpermeJ^hilll: Titreme vardır.

3 Ateşlppmp (Flush): VTir-nf ^ıp; normal delerlerin üstüne

4, Düşme ((Defervessang): Vücut isisj normale ripper. ,Ateş değişik şekillerde olabilir,

Cntıtinnar Vücut ısısı sürekli 38.3 derecenin

üstündedir. Günlük ısı farkı 1 °C den azdır. Enterik ateşte, ateş seyri bu şekildedir.

Sabah akşam vücut ısısı farkı 1 °C nin

üstündedir. Ancak ölçülen en düşük vücut ısısı bile 38.3°C’nin üstündedir.

c.Febris İntermlttant: Vücut ısısı hergün normal değerlere iner, tekrar 38.3°C’nin üstüne çıkar. Günlük ısı farkları çok fazladır. Septik ateş de denir. Sıtma bu tür ateşe iyi bir örnektir.

ateşli ve ateşsiz periyotlar birbirini

takip eder. Borrelia recurrentis infeksiyonu seyri sırasında bu tür ateş gözlenir.

e.Febris Ondulens: Ateş yavaş yavaş yükselir. 5-6 günde en yüksek düzeye vanr. Sonra yine yavaş yavaş düşer. Bir süre bu durumda seyreder. Tekrar 5-6 günde en üst düzeye varmak üzere yavaş yavaş yükselmeye başlar. Bu tür ateş tipik olarak Brusella infeksiyonu seyri sırasında görülür.

Genellikle vücut ısısının yüksekliği ve şekli hastalığın şiddeti ile ilgilidir. Sabah, akşam farkları az olan sürekli yüksek ateş toksik etkiyi, remittant ateş de çok kez infeksiyona karşı vücudun direncini gösterir. Ancak ihtiyar ve çocuklar bu kuralın dışında tutulmalıdır. İleri yaşlarda önemli infeksiyonlann varlığına rağmen ateş yükselmiyebilir. Buna karşılık küçük çocuklarda basit bir in-feksiyonda bile yüksek ateş meydana gelebilir.

ANESTETİK AJANLARIN FARMAKOLOJİSİ

Solüsyondaki ajanın dozu ve potansı istenen etkiye göre hasta kilosuna düşecek miligram olarak hesaplanabilmelidir. İhhalasyon ajanlarının potansı en iyi hastaların %50 sinde deri insizyonuna hareketle cevabı önleyecek minimum alveolar konsantrasyon (MA) le tanımlanır.

İnhalasyon anestezisinde indüksiyonun sürati inspirasyondaki konsantrasyon, akciğer ventilasyon volümü, ajanın kandaki eriyebilirliği, alveolden gelen ajanların kardiak output’tan geçişine bağlıdır. Eğer solubilite büyük ise alveolar konsantrasyon ve kan basıncı yavaşça yükselirken ajanın büyük bir volümü dolaşan kana geçer ve anestezi indüksiyonu uzar.

Bunun aksine, anestezinin bitiminde kan soluble ajanlar tuttuğu için uyanma yavaş olur. İntravenöz ajanların indüksiyon hızı ise sadece sirkülasyon zamanı ve injeksiyon hızıyla sınırlandırılmıştır. Beyin kardiak out-put’un %20 sini alır, böylece periferal vene injekte edilen ajanında %20 sini alır. Tek doz thiopentolden anesteziden uyanma çabuktur. Çünkü anestetitler beyinden perfüzyonu daha az olan dokulara gönderilirler. Bununla beraber thiopentalin hızlı enjeksiyonu sonuçta bütün dokuları sature eder, uyanma ilaçların metabolizmasının hızına bağlıdır. İntramüsküler yolla kullanımda etki yavaş ve daha az belirgindir. Bu düşünüş ketamin indüksiyonu ile değişti, çünkü i.m. verilişi takiben bir dakika içinde şuur kaybı meydana getirir. Gastrointestinal emilim yavaş ve değişkendir. Ancak bebek ve çocuklarda inhalasyonla indüksiyon veya intravenöz iğne takılmasındansa rektal veriliş tercih edilir.

Santral sinir sisteminin genel anestetiklerle depresyonun izahı muhtelif teorilere rağmen tam açıklık kazanmıştır.

Lipid solubilite ile anestetik etkinin ilişkisini gösteren hipotez mekanizmayı izah etmemektedir. Oksijen kullanımı için gerekli enzimlerin etkileşmesi, hücre membran permeabilitesinin ionlar için değişim göstermesi bütün bu açıklamalar içindedir.

Mekanizmalara bakmaksızın toksik belirtiler reversible ve kontrol edebilirse cerrahi için gerekli anestezi derinliği sağlanır.

Anestetik ajanların farklı organlardaki depresyonu farklı derecededir. Eşit konsantrasyonlara muhtelif ajanların sebeb olduğu karaciğer, uterus, kardiak depresyonlar aynı değildir. Mesela, uterus kanamasının bir problem veya ıntrauterin maniplasyonun gerekli olduğu hallerde Halotanın derin uterus relaksanyonu önemli olabilir.

Klinik anestezide bir ajanın diğerine üstünlüğünün gösterilmesinin çok az (örneği) vardır. Ve bu tanımlama uygun olmaz. Hasta tek bir organ ve hastalık taşımaz anestekik ajanların hedef organlarla birlikte diğer organlarada etkisi olabilir. Mesela Halotan küçük hava yollarını dilate, myokarda fonksiyonunu deprese eder. Bu durumda kardiak yetmezliği olan astımlılarda anestezi seçimi zor bir konu haline gelebilir. Daha komplike durumlarda organlara farmakolojik etkileri bakımından ajanların seçimi daha da zorlanır. Dolaşım üzerinde Halothan ve enflurne çok depressanken NO , narkotik karışımı böyle değildirler. Yine de ciddi kalp hastalığı olanlarda iyi bir seçimle uygulama yapılmalıdır.

İlaç etkileşmeleri sinerjik veya additive etki gösteren iki veya daha fazla ilacın aynı anda kullanılması ile yeni veya hiç beklenmedik bir etki ortaya çıkar. İlaçların sıvılar ve dokulara girişi ve buraları terk edişi, depolanması, dağılması, alınması farmakokinetik çalışmalardır. Okuyucu spesifik ajanların farmakolojileri hakkında detaylı bilgi almak isterse bu konu ile ilgili kitaplara başvurmalıdır. Anestezide kullanılan ilaçların farmakolojik etkileri bir veya bir kaç mekanizmanın kombinasyonudur. Birçok uçucu (volatik) ajanlar esas olarak akciğerden ekspirasyon havasına atılırlar. Buna karşın geçmişte bu inhalasyon zamanlarda Halothan hepatiti ve “methoxyflurannın rehal toksisitesinin” ancak toksik metabolitlerle oluştuğu düşünüşü hakimdir. Yeni bir inhalasyon anestetiği üzerinde yapılan araştırmada minimal biodegrasyonları çok önemli karakteristikleridir. Anestezide kullanılan enjektabl ilaçların metabolizması gastrointestinal ve renal atılımla etkisinin ortadan kalkmasına bağlıdır. Karaciğer, böbrek hastalıkları ve enzim etkinliği ou ajanların verilmesi ve dozunun ayarlanmasında karar verme bakımından önemlidir.

Çocuklarda Solunum Tipleri

Dispne : Solunum işlevinin yetersiz kaldığı patolojik durumlarda hasta hava açlığını hisse­der ve soluk alabilmek için bütün gücünü sarfeder. Bu solunum güçlüğü tablosu dispne ola­rak adlandırılır. Dispneli hasta çoğu kez yar­dımcı solunum kaslarını da kullanarak soluk al­maya çalışır.

Dispne inspiratuar veya ekspiratuar olabilir. İnspiratuar dispne genellikle akut larenjit, larinks ödemi, larinkste yabancı cisim, larinks difterisi gibi üst solunum yollarında obstrüksiyona neden olan, inspirium sırasında yukarı ha­va yollarından havanın serbestçe geçişinin ön­lendiği durumlarda ortaya çıkar. İnspirium sıra­sında suprasternaL sternal ve ksifoid bölgede çekilme fretraksiyon) gözlenir. Çocuk ne kadar küçükse toraks o derece yumuşak olduğundan, bu çekilme daha belirgin olur. İnspiratuar dispne çoğu kez sesli solunum   (stridor)   ile birliktedir.

Ekspiratuar dispne, alt solunum yollarında hava akımının engellendiğinin işaretidir. Bronşiolit, astım, kalp yetersizliğine bağlı akciğer öde­mi ve bronşta yabancı cisim ekspiratuar dispne nedenleridir. Aktif bir hareket olan inspiriumda havan1 n bu bölgelere girmesine karşın, çıkışta güçlük vardır. Ekspirium süresi uzar, interkostal aralıklarda çekilme olur.

Bradipne .-Solunum yavaşlamasıdır. Beyin tümörü gibi KİBAS’a yol açan durumlarda gö­rülür.

Apne : 20 saniye veya daha uzun süre geçici olarak solunum hareketlerinin durmasıdır. Siyanoz ve bradikardi ile birliktedir.

Taşipne : Solunum hareketlerinin hızlanmasıdır. Ateşli hastalıklar, pnömoni, piörezide gö­rülebilir.

Hiperpne : Solunum amplitüdünün artması­dır. Hiperpne genellikle solunum hızında artma ile birliktedir (hiperventilasyon). Hiperventilasyon, Kussmaul solunum olarak bilinir ve ön planda metabolik asidoz ile solunum merkezinin aşırı uyarılması sonucu gelişir. Aspirin zehirlen­mesinin ilk belirtisi olabilir. Diyabetik ketoasidoz, üremi koması gibi asidoz durumlarında görülür.  Küçük sütçocuklarmda  asidoza     kargın hiperpne görülmeyebilir.

Periyodik Solunum (Cheyne-Stokes solu­num : Solunum derinliği siklik olarak değişir. Ardarda gelen hiperpne ve apne dönemleri var­dır.’Solunum hızı ve amplitüdü tedricen artar, en yüksek düzeyine vardıktan sonra solunum du­rana dek giderek azalır. Prematürelerde fizyo­lojik olarak görülebilir. Genellikle ağır hastalık işaretidir. KİBAS, beyin kanaması ve menen­jitte sık rastlanır.

Biot Solunumu : Cheyne-Stokes solunumu gi­bi hiperne ve apne devreleri gösterir. Ancak farklı olarak hiperpneden apneye geçiş ani olur. Nadir bir solunum şekli olup bazen menenjitte görülür.

Horultulu Solunum (Stertor) .- Genellikle ko­ma durumunda olan bir hastada havanın solu­num yollarına geçişi sırasında hırıltı duyulur. Yumuşak damağın tonüsünün azalması, aşağı sarkması ve farinkste tükrük birikmesi sonucu oluşur. Adenoid vejetasyonlu çocuklarda özel­likle uykuda stertor duyulur.

Paradoksal Solunum : Multipl kaburga kı­rıklarında görülür. İnspiriumda göğüs kafesi ge­nişlerken, kırıkların bulunduğu kısım içeriye çöker. Solunumun diyafragmatik tipte olduğu du­rumlarda örneğin chorea minör’da veya inter­kostal kasların felcinde, inspiriumda karnın içe­ri çökeceğine kabardığı gözlenir. Bu bulguya pa­radoksal solunum denir. Yenidoğanda bu tür so­lunum fizyolojiktir.