Anne-bebek bağıyla ilgili yoğun araştırmalar 10-15 yıl önce başlamıştır. O dönemde yoğun bakım ünitelerinde büyük emeklerle kurtarılıp, sağlıklı durumda ailelerine verilen preterm bebeklerin bir zaman sonra dövülmüş, hatta kısmen sakatlanmış olarak, acil servislere getirildiği saptanmıştır.
Bu olaylar dikkatle incelendiğinde hırpalanan ya da organik neden bulunmadığı halde gelişemeyen çocukların özgeçmişlerinde yüksek oranda prematürelik veya erken hospitalizasyonun varlığı gözlenmiştir.
Yenidoğan bebek doğuşta son derece immatür ve duyarlı olduğu için kontrollü deneylere alınmamıştır, Ancak anne-baba ilişkisinin çocuğun ilk yıllarındaki gelişmesine etkisi retrospek-tif olarak değerlendirilmiştir.
Bu çalışmalara klasik bir örnek Rutta’mn anneden yoksunluk konulu araştırmasıdır. Bu araştırıcı kurumlarda annesiz büyüyen çocuklardaki değişik gelişme, davranış, duygu ve zekâ kusurlarını inceleyerek, anneyle yakınlığın çocuğun yaşamını ne denli etkilediğini belirlemiştir.
Anne-yavru ilişkisinin gelişmeye ve sosyal davranışa olan etkisi hayvanlarda da araştırılmıştır. Bu araştırmaların en klasik örnekleri Lorenz’in kümes hayvanları, Harlowe’un yavru maymunlar üzerindeki çalışmalarıdır.
Lorenz, kümes hayvanlarında yumurtadan çıkışı izleyen ilk 48 saatlik dönemde yavruların gördükleri hareket eden bir varlığın peşinden gittiklerini saptamıştır. Eğer bu dönemde yavrular annelerinden uzak kalırlarsa, daha sonra anne yavruları benimsememekte ve yavrular da
annenin peşinden gitmemektedir. Yavruların aynı dönemde gördükleri başka bir canlıyı anne olarak benimsemeleri olasıdır. Lorenz bir grup ördek yavrusunun kendisini anne zannederek bir filo şeklinde arkasından izlemelerini sağlamıştır.
Harlowe’un maymun deneylerinde ise anneyle, anne yerine geçen bir manken ve annesiz yetişen yavru maymunların sosyal davranışları incelenmiş ve hayatın ilk günlerinde anne ile yakın fiziksel ve duygusal beraberliğin yavrunun daha sonraki davranışlarına olumlu etki yaptığı, başlangıçtaki ilişkinin kurulmasında emzirme olayı kadar annenin ses, sıcaklık, koku gibi özelliklerinin de uyarıcı olarak çok önemli olduğu gösterilmiştir.
Anne-bebek ilişkisinin yalnızca bebek yönünden düşünülmesi ve annenin yavrusuna her koşulda aynı güçte bir bağ kuracağının varsa-yılması da yanlıştır. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar doğumu hemen izleyen saatlerde yavrularıyla beraber olamayan annelerin yavruyu korumak, beslemek ve birlikte taşımak gibi annelik davranışlarının gelişmediğini göstermiştir.
Annenin sevgisi belirli koşullara bağlıdır ve ennenin de bu yönde eğitilmesi ve uyarılması gerekir. Çocuğun gelişme ve öğrenmesinde anneyle yakınlığın rolü çok büyük olduğuna göre annenin çocuğa vereceği sevginin oluşması da doğum öncesi, doğum ve doğum sonrasında görevli sağlık elemanlarının sorumlulukları arasında yer almaktadır.
Doğum çocuk için psikolojik açıdan da bir travmadır. Çocuğun anne rahmindeki karanlığı, sıcaklığı ve düzeni terk ederek yepyeni bir ortama çıkışı yaşamın ilk ve en dramatik ayrılığı olarak kabul edilir. Bu kopuş anne için de önemlidir. Çocuğun, gövdesinden ayrılması ile annede kesin sahip oluş duygusu da kaybolacak, çocuk anne bedeninin bir parçası olmaktan çıkıp kendi başına bir varlık olacaktır. Bu nedenle doğumdan hemen sonraki dakikalar hem anne, hem de bebeğin yeni duruma uyumları ve aralarındaki ilişki yönünden çok önemli sayılmaktadır.
İnek sütü bulunmayan yörelerde keçi veya manda sütleri de çocuk beslenmesinde ve PEM tedavisinde kullanılabilir.
PEM vakalarında başlangıçta büyük miktarlarda şekerden kaçınılır, besindeki laktoz miktarı da günde 3-4 g/kg altında tutulur. Asit dışkı ve ishal varsa, karbonhidrat alımını daha da kısıtlamak ve tercihan laktozsuz besinler vermek gerekir. Süte tahammülsüzlük gösteren vakalarda protein hidrolizat preparatları veya soya sütleri ile iyi sonuç alınır.
Başlangıçta beslenmeye az miktarlarda (günde 50-100 kcal/kg ve 1 g/kg protein) başlanır ve çocuğun tahammülü oranında miktarlar giderek arttırılır. Genellikle diyete adaptasyon 2-3 hafta sürer. Bundan sonra tedricen günde 150-200 kcal/kg kalori ve 4 g/kg protein sağlayacak bir diyete geçilir. Fazla protein verilmesi iyileşmeyi hızlandırmaz. Enerji sağlanması daha zor bir sorundur. Yağ ilaveleri yapılarak sağlanan yüksek enerjili bir diyet çok defa kolay tolere edilemez. Yağ emiliminin bozulması ağır PEM’in özelliğidir ve bazı sütçocukları inek sütündeki yağ miktarını bile tolere edemezler. Bu durumda, yağı alınmış süt tozu formülleri kullanılmalıdır. Ancak yalnızca bu yolla düzelmenin sağlanması yavaştır. Bitkisel yağların sindirimi daha kolay olduğundan bu sütlere, az miktardan başlanarak giderek arttırılan miktarlarda bitkisel yağ eklenmelidir. Yağı alınmış süt tozunu yüksek enerjili besin haline getirmek için bir litreye 85 g bitkisel yağ ilavesi önerilmektedir. Çocuk beklenilen düzelmeyi göstermiyorsa Minik durum gözden geçirilmeli ve besin ona göre ayarlanmalıdır.
Diyet esansiyel besinleri tam olarak içermelidir. Çocuk hastaneden çıkarılmadan ailesinin elde edebildiği besinleri en iyi biçimde kullanır hale gelmelidir. Bunun için hastanede yatış süresinde annenin eğitilmesi gerekir.
Hastane tedavisinden sonra da yöresel alışkanlıklara uygunluk gösteren bir beslenme eğitiminin ve iyi bakımın devamlılığını sağlamak önemlidir. Bu amaçla bazı ülkelerde anne ve çocuklar hastaneden çıktıktan sonra bir süre nütrisyonel rehabilitasyon merkezlerinde tutulmaktadır.
Bütün vakalara diyete ek olarak polivitamin preparatları ve demir vermek gerekir. Özellikle A ve D vitaminleri ve demir, tedavinin ilk 3-4 haftasında, yaşa göre gereksinimin iki misli olarak verilmelidir. A vitamini eksikliği bulguları olan vakalarda bu vitamin tedavi edici dozlarda kas içi olarak uygulanır. Megaloblastik anemi varsa folik asit tedavisi gerekir. Ayrıca günde 1 g potasyum klorür ek olarak verilmelidir. İshal geçirmiş çocuklarda tedaviye magnezyum ve çinko eklenmesi de önerilir.
Kaybolan dokuların hızla yerine konması ve büyümenin devam etmesi için çocukların yeterli protein içeren yüksek enerjili diyete gereksinimleri vardır.