Erişkinlerde günlük alman ve çıkarılan su miktarları eştir. Büyüyen organizmada ise her-gün vücutta yeni doku yapımı ile ilgili az bir miktar su tutulur.
Sağlıklı durumda plazma osmolalitesinde hafif bir artma ile, belki de ayrıca pankreas ve hepatik vende bulunan osmoreseptörler aracılığı ile hipotalamustaki susuzluk merkezi uyarılır ve susuzluk hissedilir. Vücut sıvı volümünde azalma da susuzluk hissine yol açar. Volüm azalmasının atrium ve damarlarda bulunan basınca duyarlı baroreseptörler yoluyla susuzluk hissine yol açtığı ve bu mekanizmada kanda antiotensin II yükselmesinin pay aldığı sanılmaktadır. Susuzluk hissi ile antidiüretik hormon salgısı arasında da ilişki vardır.
Vücuttan su akciğerler, deri, gastrointesti-nal sistem ve böbrekler yoluyla atılır. Akciğerler ve deriden buharlaşma ile atılan su ile idrarla solut yükünü atmak için gerekli minimal su miktarlarının toplamı «zorunlu su kayıpları»m oluşturur. Su dengesinin korunabilmesi için bireyin en az zorunlu su kaybı kadar su alması gerekir.
Deri ve akciğerlerden buharlaşma ile olan su kayıplarının miktarı vücut yüzeyi ile orantılıdır. Vücut ısısı, çevre ısısı, solunum hızı, çevre nemlilik derecesi bu kayıpları etkiler.
Vücut sıvılarının volümünün ve bileşiminin sabit tutulmasında rol oynayan başlıca etmen, idrar volümü ve idrar yoğunluğudur. Plazma osmolalitesinin azalması göreli bir su fazlalığının işaretidir. Bu durumda idrar volümünün artması ve osmolalitesi plazmadan daha düşük olan sulu bir idrar yapımı ile su fazlalığı giderilir. Böylece plazma osmolalitesi normale döner. Plazma osmolalitesinin artması durumunda ise idrar volümünün azalması ve yüksek yoğunlukta idrar yapılması ile düzen sağlanır. İdrar volümünde ve yoğunluğundaki bu değişmeler, nörohipofizer eksen aracılığı ve antidiüretik hormon etkisiyle oluşur. Antidiüretik hormon (ADH, arginin vazopressin) hipotala-musun supraoptik çekirdeklerinden salgılanır ve aksonlar yoluyla taşınarak arka hipofizin pars nervosa bölümünde depolanır. Plazma osmolalitesinde artma ADH salgısını arttırır, azalma ise salgıyı inhibe eder. Hormonun kana salgılanması hipotalamustan gelen uyarılar aracılığı ile düzenlenir.
İdrar volümü, vücuttan atılması gerekli solut miktarı ile de sınırlıdır ve volüm, bu solut yükünün atılması için gerekli en az idrar miktarından daha az olamaz. Bu nedenle zorunlu idrar volümü, besinlerle alman solut miktarı ile ilişkilidir. Yenidoğan döneminde ve hayatın ilk aylarında yoğun idrar yapma yeteneği henüz tam olarak gelişmemiş olduğundan, zorunlu idrar miktarı ileri yaşlara kıyasla daha yüksektir. Bu dönemde çocuğa verilecek besinlerin solut içeriğinin yüksek olması, zorunlu idrar miktarını arttırarak dehidratasyona eğilim yaratır. Glomerül fitrasyon hızı, tübüler fonksiyon ve plazma sürrenal steroid düzeyi de idrar akımını etkiler.
Vücutta suyun intrasellüler ve ekstrasellü-ler sıvı alanlarına dağılımı osmotik etkiler aracılığı ile suyun bir alandan diğerine pasif geçişi ile düzenlenir. Potasyumun hücre içine, sodyumun ise hücre dışına geçişi enerji gerektiren ve osmotik dengeyi etkileyen aktif süreçlerdir.
Örneğin sodyum yüklemesi ile ekstrasellüler osmolalite yükselir, suyun ekstrasellüer alana geçişi sonucu hücre suyu azalır. Buna karşın su yüklemesi ekstrasellüler alanda osmolalite azalmasına, suyun hücre içine geçmesi de intrasellüler sıvı artmasına neden olur.
Plazma hacmi ise kapiller düzeyde ınfiltras-yon ve onkotik basınç (koloid osmotik basınç) arasında var olan denge ile sabit tutulur. Onkotik basınç, elektrolitlerden farklı olarak epitel hücre aralıklarından geçmeyen albumin gibi büyük moleküllerin oluşturduğu bir osmotik basınçtır. Onkotik basınç kapiller duvarında etkin bir osmotik gradient yaratarak suyun damar dışına geçmesini önler.