SOLUCANOTU

Pelargoniüm endlicherianum Fenzl (Geraniace-ae) türünün çiçekli ve yapraklı dallandır. Bu tür 15-35 cm yükseklikte, yuvarlak yapraklı, morumsu kırmızı çiçekli, çok yıllık otsu bir bitkidir. Orta ve Doğu Anadolunun dağlannda yetişir.

Uçucu yağ, tanen, şekerler ve sabit yağ taşımak-

tadır.Etkili maddesi henüz bilinmemektedir.

Bilhassa Malatya ve Maraş bölgesinde, barsak kurtlarına karşı, genîş bir şekilde kullanılmaktadır (1,2, 3). Taze çiçekli dallar yaz başında kasaba pazarlarında demetler halinde satılmaktadır. Yazın taze çiçekli dallardan 100 gr kadar yenilmektedir. Kış mevsiminde ise kurutulmuş drog kullanılır. Kuru

1  – Tanker, M. ve Baykal, T.: Pelargoniüm edlicherianum Fenzl üzerinde farmakognozik araştırmalar-V.Bitkisel İlaç

Hammaddeleri Toplantısı, Bildiri kitabı 123, Ankara (1987).

2 – Güven, K.C.: Elbistan solucanotu – Farmakolog 19: 317 (1949).

3 – Baytop, T. ve Tarcan, Ş.: Kurt düşürücü bir bitki (Peîargonium endlicherianum Fenzl) üzerinde ilk araştırmalar – İstanbul

Üniv. Tıp Fak. Mecm. 25: 269 (1962).

drog havanda toz edilir, tülbentten elenir, ince kısım pekmez ile karıştırılır ve bu karışımdan sabahları, aç karnına, bir tatlı kaşığı alınır (1).

Bilhassa yuvarlak barsak parazitlerine (askarit, oksiyür) karşı etkili ve tehlikesiz bir drogdur. Çocuklarda da başarı ile kullanılabilir. Taze drogun, kuru drogdan, daha etkili olduğu söylenmektedir.

SABUNOTU KÖKÜ

Saponaria officinalis L. (Caryophyllaceae) türünin kurutulmuş kökleridir. Bu tür 30-70 cm yükseklikte, çok yıllık, otsu ve pembe çiçekli bir bitki-iir. Karadeniz bölgesi ormanlarında yetişir.

Kökler saponinler (% 5 civarında) taşımaktadır. Terletici, safra ve idrar söktürücü etkileri vardır. Dekoksiyon (% 6) günde iki bardak içilir.

Aynı maksat için 5. vaccaria L. (Syn: Vaccaria pyramidata Medik.) (İnek sabunotu) türü de kullanılabilir. Anadoluda yaygın bir bitkidir.

(La. Crocus, Stigmata Croci, Al. Safran, Fr. Safran, İn. Saffron)

Crocus saîivus L. (İridaceae) türünün kurutulmuş stigmasıdır. Bu tür 20-30 cm boyunda, sonbaharda yapraklar ile birlikte mor renkli çiçekler veren, soğanlı bir kültür bitkisidir. Melez kökenli olduğundan tohum vermez. Yumruları ile üretilir. Halen Türkiyede (Safranbolu) az miktarda yetiştirilmektedir (Resim : 21 ve 22).. _. .

Dış görünüş: Kırmızımtırak turuncu renkli, kolaylıkla kırılabilen, bir uçları biraz daha geniş iplikçikler halindedir. Tam olanlar uçta üç parçalıdır. Acımsı lezzetli, kuvvetli ve özel kokuludur. .v_.. ^_ ___, :,…;;„_, ,..-■„ .,,p.,^,^^

Bileşim: Uçucu ve sabit yağ, acı madde (pikrok-rosin) ve kırmızı renkli boyar maddeler (krosîn) taşımaktadır.

Etki ve kullanılış: Sinir sistemi uyarıcısı, iştah açıcı, adet söktürücü, koku ve renk verici olarak kullanılmaktadır. Çok eskiden beri (Dioscorides’de kayıtlıdır) tedavi edici, boyar madde ve koku verici olarak kullanılmaktadır. Değerli bir baharattır. Zerde’nin terkibine girer.

Adet söktürmek için, genellikle pelin ve papatya tozu ile, karıştırılır ve bu karışımdan hazırlanan

güllaçlardan günde 2-6 tane alınır. Aşağıdaki oranlarda bir karışım uygundur.

Safran, t 0.25 gr

Bu miktarlar bir güllaç içindir.

Kullanılış şekli: Toz halinde.

Diğer isimler: Zağferan (Arapçadan).

Yetiştirme: Safran Hititler döneminden beri Anadoluda bilinen (1) (hititçe ismi: A-zupiru) ve ilâç olarak kullanılan bir drogdur. Grekler döneminde de Batı Anadoluda (İzmir bölgesi) elde edilen ve ticareti yapılan bir maldır. Theophraste bu drogu “drogların kraliçesi” olarak isimlendirmiştir. Safran Osmanlılar döneminde de önemini korumuştur. 1858 yılında, yalnız İngiltere’ye 9.705 kgr safran satılmış olması (2) bu drogun XIX. yüzyıl ortalarındaki önemini gösterir. XX. yüzyılın başlarında, işgücü yetersizliği ve ekonomik güçlükler nedeniyle, Anadoluda safran ekimi ve eldesi çok gerilemiştir. 1913 yılında yalnız Safranbolu ve Ur-fa illerinde ekim yapılıyordu. Elde edilen safran miktarı ise 500 kgr civarındadır (3). Bu miktar memleketin gereksinmesini karşılamadığı için 1923 yıllarından itibaren Avrupa ülkelerinden (bûV hassa Fransa’dan) safran dışalımına başlanmıştır. Halen de ihtiyaç dışalım ile karşılanmakadır.

Bugün safran ekimi Safranbolu ilinin yalnız iki köyünde (Akveren ve Davutobası) yapılmakta ve az miktarda safran elde edilmektedir. Elde edilen safran da balmumu ile tağşiş edildiği için, bu safran düşük kalitelidir (4).

Safran elde etmek için bitki yumrular île üretilir. Yumrular Ağustos sonu ile Eylül başlarında tarlaya (safranlık) dikilir ve Ekim başında çiçekler meyda-

I -Ertem, H.: Boğazköy metinlerine göre Hititler devri Anadolu’sunuailprası 81, Ankara (1974).

2-Collas. B.C.;LaTurquieen 1861, S76 Paris (1861).

3 -Çelebioğlu, H.S.: Safran – Farmakolog 10 (1,2,3): 14 (1940).

4-Baytop, T: Farmakagnozi ders kitabı 2: 59, İstanbul (1974).

na gelir. Çiçekler sabah ve akşam olmak üzere günde iki defa toplanır ve stigmalar, stilusun üç parçaya ayrıldığı noktanın hemen altından, elle kopartılarak çiçekten ayrılır. Ayrılan stigmalar, ince bir tabaka halinde, bir elek üzerine konur ve hafif kömür ateşi üzerinde kurutulur.

Bir safranlıktan ancak 3 yıl yüksek verim alınabilir. Bir hektarlık bir safranhktan birinci yıl 15 kgr, ikinci yıl 30 kgr, üçüncü yıl ise 20 kgr kuru safran elde edilebilir. 100.000 ile 140.000 çiçek bir kilo kuru safran vermektedir.

L> Anadolunun iklimi safran elde etmek için uygundur. Piyasanın isteği ve satış fiyatı daimi olarak artmaktadır. Bu nedenle memleketimizde safran üretimi, işçilik ücreti düşük yerler ve kalabalık aileler için, bir yan kazanç ürünü olarak çok yararlıdır.

Romalılar döneminde en iyi safran Cehennem mağarası (Silifke) dibindeki çalılıklarda yetiştirilen bitkilerden elde edilir idi (1). Cehennem mağarası civarında halen de safran elde edilip edilmediğini saptamak amacıyla 3-4 Mayıs 1995 tarihinde bölgeye yaptığımız gezideki gözlemlerimize göre yörede safran elde edilmediği gibi yerli halkı (Yörükler) ünlü safran tatlısı zerde’yi tanımamaktadır (2).

Ticaret: Eskiden Anadoluda safran ticaretinin büyük bir önemi vardı. Bu nedenle bazı şehirlerde Zağferan hanı (Ankara), Büyük Safran hanı ve Küçük Safran hanı (İstanbul, Kapahçarşı, Örücüler kapısı, Yağlıkçılar sokağının iki yanında) gibi safran ismi taşıyan hanlara rastlanmaktadır (3, 4).

Mardin’in doğusunda bulunan. Süryanilere ait, Deyruzzaferan (Zat’eran manastırı) manastırının ismini binanın yapılışı sırasında harcına safran katılmasından aldığı söylenmektedir. İnanışa göre, Manastırın yapılışı sırasında bu yere gelen bir kervan sahibi, manastırdaki din adamlarının etkisinde kalarak, bu manastırda yaşamaya karar verir. Bu nedenle kervanın yükünü meydana getiren safranı, yapılmakta olan sıvanın harcına katar. Babasına da Süryani dinine geçtiğini ve kendisini Zaferan ma-

nastırında bulabileceği haberini yollar.

XIV. yüzyılın başlarında Anadolunun bazı bölgelerinde çok miktarda safran elde edilirdi. İbn Ba-tûta seyahatnamesinde Göynük bölgesi için şöyle denmektedir: “Burada ne bağ ne de bahçe vardır. Safran’dan başka bir şey de yetiştirilmez. Kadın bizi safran almaya gelen tüccarlardan zannederek bunlardan epeyce bir miktar getirdi” (5).

XVII. yüzyılın başlarında İstanbul piyasasında “Viranşehir safranı” ve “Diğer safran” olmak üzere iki tip safran bulunuyordu. Viranşehir safranı, diğer safrandan da kıymetli idi. 1600 yılında Viranşehir safranının dirhemine 3 akçe, diğer safranın dirhemine ise 2 akçe fiyat konulmuştur (6, 7).

Halen safran İspanya, Yunanistan, İran ve Hin-distanda elde edilmektedir. Türkiye ihtiyacını İspanya ve İrandan karşılamaktadır. İspanyadan gelen safran ucuz olmakla beraber düşük kalitelidir. İran kökenli safranlar çok iyi kaliteli olmakla beraber fiyatları da yüksektir.

Bazı İranlı üreticiler stilusu dip kısmından keserek toplamakta ve bunları 5 gr’lık demetler halinde ticarete çıkartmaktadırlar. Bir çiçek görünüşünde olan bu tip safran İstanbul’da normal safranın iki misli bir fiyat ile satılmaktadır.

Türkiyenin yıllık yaklaşık ihtiyacı 1000 kgr civarında olup bu gereksinmenin hemen tamamını dış ülkelerden karşılamaktadır. Safranbolu bölgesinde elde edilen ürün ancak yöresel olarak kullanılmakta ve İstanbul piyasasında bulunmamaktadır.

Katıştırma: Çok değerli bir drog (1984 yılında İstanbul piyasasında 1 gr safran 150 liraya satılma-kadır) olması nedeniyle eskiden beri geniş bir şekilde katıştırılmaktadır.

Ağırlığını arttırmak için, mum, yağ, şurup ve bal gibi maddeler emdirilmektedir (8, 9).

Bazen safran yerine, rengi az çok safrana benzeyen, Aspir bitkisi (Carthamus tinctorius L.)’nin çiçekleri satılmaktadır.

İ -Stnıbon: Geognıphika (Coğrafya), çeviren: A. Pckman, XIV: 52, İstanbul (1981)

2  -Bay top. T: Türkiye’de safran (yayınlanmamıştır), İstanbul (1998).

3  -Onşan, H.: Ankara’nın eski esnafını açıklayan bir vesika-Türk Etnografya Derg. (2): 56 (1957).

4  -Gülersoy, Ç.: Kapalıçarşının romanı, ekli plan, İstanbul (1979).

5 -Muhammed El-Tanci: İbn Baîûtu seyahatnamesi (Sadeleştiren: M. Çevik), 1:215, İstanbul (1983).

6  -Kiitiikoğlu, M.S.: 1009 (1600) tarihli Narh Deflerine göre İstanbul’da çeşitli eşya ve hizmet fiyatları – Tarih Enstitüsü

Dergisi (9): 1 (1978).

7-Yücel, Y.: 1640 larihli es’âr defteri, 8, ankara (1982)

S -Çelebioğlu. S.: aynı yayın.

9-Bavton. T.: Sur une nouvellc falsification du safran-Pharm. Açta Helv. 25: 337 (1950).

Bu katıştırmalar mikroskopik ve kimyasal araştırmalar ile kolayca meydana çıkart ılab il ir (1).

Bkz. Aspir çiçeği.

ŞEFTALİ TOHUMU

Persica vulgaris Miller (Syn: Amygdalus persi-ca L., Prunus persica (L.) Batsch) (Rosaceae) türünün olgun tohumlandır. Şeftali ağacı 8-10 m yükseklikte, pembe çiçekli bir ağaççıktır. Birçok kültür çeşidi Türkiyede yetiştirilmektedir.

Şeftali tohumu sabit yağ ve amigdalin isimli bir glikozit taşır. Halk arasında karın ağrısı ve şeker hastalığına karşı zerdali veya acı badem tohumu yerine kullanılmaktadır. Günde 3 taneden fazla alınmamalıdır. Taşıdığı siyanogenetik glikozit (amigdalin) te bulunan siyanhidrik asit nedeniyle tehlikelidir. 20 kadar tohum yiyenlerde ağır zehirlenmeler görülmüştür. Zehirlenme belirtileri görülen hasta hemen kusturulmahdır.

Yaprakları ekmek içi ile birlikte ezilerek hap yapılır ve derelere atılarak balıklar sersemletilir ve sonra sersemlemiş (zehirlenmiş) balıklar el ile tutulur. Bu usul Baîıkotu ile yapılan avlama gibi zararlı bir yoldur. Zehirli yemi yiyen bütün yavru balıklar da ölür.

Diğer isimler: Şeftali çekirdeği.

kullanılır. Memleketimizde çiçek sapları, tatlı ve hoş lezzeti (kuruüzümü andırır) nedeniyle yenilmektedir.

SOĞUT KABUĞU

Salix aiba L. (Salicaceae) ve buna yakın diğer türlerin kurutulmuş dal kabuklandır. Söğüt türleri kışın yaprağını döken ağaç veya ağaççıklardır. Genellikle akarsu kenarlarında yetişmektedirler. Tür-kiyede 25 kadar Salix türünün bulunduğu bilinmektedir. Bunlar arasından, Anadoluda yaygın olan, S. alba L. (Ak söğüt), S. babylonica L. (Ağlarağaç, Salkım söğüt), S. capvea L. (keçi söğüdü), S. cine-rea L. (Boz söğüt), S. excelsa J. F. Gmelin (Yüksek söğüt), S.fragilis L, (Gevrek söğüt), 5. pıırpurea L. (Erguvani söğüt) ve S. viminalis L. (Bağ söğüdü, Sepetçi söğüdü, Sorkun, Sorgun) türlerinin dal kabuklan, kökleri ve yapraklan tedavi alanında kullanılmaktadır.

Dış görünüş: 1-2 cm genişlik ve 1-2 mm kadar kalınlıkta şerit veya parçalar halindedir. Dış yüz kül renkli, iç yüz grimsi tarçın renklidir. Kokusuz ve acımsı lezzetlidir.

Bileşim: Tanen (% 15 civarında) ve etkili madde olarak bir glikozit (şalisin) taşımaktadır.

Etki ve kullanılış: Dahilen yatıştırıcı, kuvvet verici, ateş düşürücü, kabız ve romatizma ağrılarını giderici etkilere sahiptir. Zehirli bileşikler taşımaması nedeniyle iyi bîr halk ilâcıdır.

Kullanılış şekli: Bir günde toz 1-2 gr, dekoksi-yon (% 5-10) 2-3 bardak alınır.

Aynı maksatlar için söğüt yaprağı (Folium Salicis) ve Söğüt kökü (Radix Salicis)’de kullanılmaktadır.

HİPOFARENKS KANSERLERİ

Hipofarenks malign lezyonları, orofarenks malign tümörlerinin %4 kadarıdır. Hipofarenks kanserleri erkeklerde kadınlardan daha çok görülür. Fakat coğrafi dağılım içerisinde Plummer-Vinson sendromlu iskandinav kadınlarda fazla bulunmaktadır.

Ağız içi kanserlerinin aksine hipofarenks tümörleri çok daha indiferansiyedirler. Bölgesel lenf nodülü metastazları hiyoid kemikle tiroid kıkırdağı arasından çıkan lenfatiklerle boyun derin lenf nodüllerine olur.

Hipofarenksde gelişen lezyonlar başlangıçta oldukça sessizdirler ve semptom verdiklerinde büyük kitle oluşturmuşlardır. Hastalığın ilk semptomu bazen boyunda lenfadenopatiler olabilir. Yutkunmada zorluk, hastalığın daha ileri safhalarında ortaya çıkan konuşma, soluk alma semptomlarından önce ortaya çıkar.

Hipofarenks malign tümörleri iki grupta toplanabilir:

(1) ariepiglotik kıvrımdan veya üst yan arka farenks duvarından çıkanlar (bunların prognozları daha iyidir),

(2) Sinüs piriformis, postcricoid, postarytenoid bölgeler, hipofarenks alt kısmında bulunan tümörler, (prognozları kötü).

Hipofarenksden çıkan lezyonların cerrahi veya radyasyonla kontrol altına alma teşebbüsleri çok az başarı sağlar. Yaşam şansının artması larenjektomi, hipofarenjektomi, radikal boyun disseksiyonunun en bloc, uygulanmasından sonra düzelmiştir.Radyoterapi başarısızlıkla sonuçlanmışsa sonradan cerrahi uygulanabilir. Priform sinüs lezyonları, sinüs apeksini koruyarak, supraglotik larenjektomiyle tedavi edilebilir. Aynı işlem ariepiglotik lezyonlar için de geçerlidir.

Üst solunum ve sindirim sisteminin bazı lezyonlarında preoperatif radyoterapi ve cerrahi oldukça umut vermekteyse de, bunun gerçek değeri henüz tesbit edilmiş değildir.